31 Mayıs 2008 Cumartesi

Kahve Kokusu

''Önce kahvesini koyacaksın cezveye,sonra da şekeri...Suyu en son ilave etmelisin ki tadı güzel olsun'' dedi babannesi küçük kıza....

Cingöz bakışlarla dinleyen küçük kız cevap verdi;

''Tamam ama bu sefer ben tek başıma yapıcam babannecim''

Yaşlı kadın gülümsedi ve kafasını salladı; ''Tamam kuzucum ama ben yanında bekleyeyim en azından, ocağı yakarken falan elini yakma diye....

Küçük kız kikirdedi ve kolları sıvadı.

Önce iki çay kaşığı dolusu kahveyi koydu cezveye ve onay almak istercesine büyükannesine baktı...Babanne onay verircesine salladı kafasını....

Sonra şeker kabını alıp bir çay kaşığı şekeri koydu...
Babanne : '' Bu kadarı yeter yavrum dedenle ikimize biliyorsun ki ben şeker hastasıyım dedende az şekerli sever kahveyi'' dedi.

Küçük kız; '' Hı hı evet biliyorum babannecim dedem az şekerli sever;sen de şekerli sevsen bile içmen yasak değil mi ?'' diye gülümsedi....

Sonra iki fincan suyu fincana döküp ocağı yakmaya hazırlandı.Babannesinin de yardımı ile en küçük ocağı yakıp derecesini en düşüğe geçirdi... Fincanın içindekini şöyle bir karıştırıp bıraktı.

Babannesi ''Aferin'' dedi, ''Ben yaparken ne güzel gözlemlemişsin sen beni''....

Sonra hafif kabarmaya başlayınca kahvenin köpüğünü iki kahverengi fincana paylaştırıp bir daha ocağa götürdü cezveyi...Ardından bir taşım daha kaynatıp kalanı da fincanlara paylaştırdı.
Kahveleri tepsiye yerleştirdi ve birer bardak da su koydu...

''Hadi sen git babannecim ben getiricem dedeme sürpriz olsun'' diye gülümsedi....

Babanne torununun saçlarını okşayıp tamam hadi bakalım öyleyse dedi ve evin önündeki bahçeye çıktı kapıdan....

Küçük kız büyük bir dikkatle çıktı ve dedesi ile babannesinin kahvelerini ikram etti...Sonra da oturup içmelerini izledi....

Dede kahvesini içip bitirdikten sonra meraklı gözlerle ve de heyecanla sordu:

''Dedecim kahven nasıl olmuş???

''Çok güzel olmuş kızım''....

Babanne dedeye dönerek; ''Bugün kahveyi ben yapmadım torunumuz yaptı'' dedi....

'' Vay vay vay demek benim küçük kızım büyüdü de kahveler bile yapar oldu dedesine babannesine öyle mi'' diye güldü yaşlı adam...

''Eh o zaman bundan sonra sabah kahvelerimizi senin elinden içeriz pek güzel olmuş yahu''

Küçük kız neşe ile koşup sarıldı dedesinin boynuna ve cevap verdi gururla....

''Yaparım tabi ki dedeciğim yeter ki sen iste,bundan sonra sizin kahvelerinizi hep ben yapıcam öğrendim nasılsa'' diye şakırdadı sesi.....

Sonraki yıllarda her yaz dedesinin ve babannesinin kahvelerini sadece küçük kız yaptı....
10 yıl öncesine kadar...
Sonra babannesi herkese sürpriz yaptı ve onları çok ani bir şekilde bırakıp gitti....

Şimdilerde küçük kız ne zaman kahve kokusu duysa ya da içse hep babannesini, o küçük bahçe içindeki çocukluğunun yazlarının geçtiği sevimli evi hatırlar....

Ve ne zaman dedesinin evine gitse yine dedesi der ki ona;
''Hadi kızım yap güzel ellerinle bir kahve de içelim''....

O artık büyük bir kızdır,kahveyi yapar yine aynı kahverengi cam fincanların içine..Çünkü bilir ki dedesi en çok onlarla içmeyi sever kahvesini tıpkı babannesi gibi....

Ama yazık ki artık kahveyi tek kişilik yapar o fincanlara her baktığında gözleri dolarak....

*************************************************************
Kahve kokusu demek benim için bitanecik babannem demektir...
Bana şimdi yaptığım gibi güzel kahve yapmanın inceliğini o öğretmiştir....Öğrettiği bir çok başka şey gibi....


Bunun üzerinden 40 yıl geçtiğinde ben yine onu anımsayacağım belki kendi torunlarıma kahve yapmayı öğretirken....

Mekanın cennet olsun Babannem....

29 Mayıs 2008 Perşembe

Sokaktaki Yabancı




Karanlık sokağın başında durup derin bir nefes alıyorum....

Bu kısa gibi görünen uzun yolu aşabilmek için cesarete ihtiyacım var....

Evlerin camlarına çatılarına bakmak için kafamı yukarı kaldırmaktan ürküyorum...

Galiba yere bakarak yürürken görünmezim....

Kırmızı pabuçlarım beni biraz cesaretlendiriyor ki küçük adımlarımı ses çıkarmaktan korkmadan hızlandırıyorum....

Sol baştaki evin önünde iki kişi durmuş konuşurken beni görünce konuşmalarını yarıda kesip adımı sesleniyorlar...

Adımı seslendiklerinde yüreğim deli gibi çırpınmaya başlıyor.... Onları duymazdan gelip biraz daha hızlanıyorum....

Aklımda ise hep aynı düşünce sokağın başına varırsam özgür olacağım ve herşey bitecek.....

Sokağın bitimine iki ev kala arkamdan gelen ayak seslerini duyup koşar adım yürümeye başlıyorum..Ellerim ceplerimde ve nedense çıkartamıyorum....Birşeyler saklar gibiyim.....

Son adımımı atmak üzere iken kocaman bir el yakalıyor beni omzundan.....

Suçlu suçlu dönüp ellerimi çıkarıyorum ceplerimden.... Fakat neden bu kadar küçük ellerim????

Avuçlarımı açıyor iri yarı adam zorla...Ben de bilmiyorum ki ne olduğunu avuçlarımda...

İki küçük avuç dolusu kesme şeker çıkıyor yapış yapış olmuş ellerimin arasından....

Gözlerim dolu dolu olmuş bir şekilde kaldırıyorum kafamı yukarı ve çok sonra bu sokağı hiç tanımadığımı görüyorum...Kafamı sola çevirdiğimde cumbalı evin alt katının küçük camında kendi yansımamı görüyorum....

Gördüklerim karşısında şok oluyorum..Henüz 6 yaşındayım...Zamanda geri gitmişim fakat bu geçmiş bana ait olmayan bir zaman dilimi.....

Bir başkasının hayatına ışınlanmışım... Ayağımdaki kırmızı pabuçlar da benim ama yerine geçtiğim çocuk çok başka biri..

VE ben biraz sonra o çocuğun yerine dayak yiyeceğim kahvecinin iri kıyım çırağından; masada kalmış şekerleri toplayıp çayını şekerli içmeyi sevdiği halde buna hasret kalan nineme sürpriz yapıp onun pamuk yanaklarındaki gamzeleri görmek istediğim için....

21 Mayıs 2008 Çarşamba

ŞAKACI



Gün batımında çıkan hafif esintiyle koşarak atınca kendini kumlara...

Dalgalar artık o kadar da sert vurmuyordur kıyıya...

Ufka dalıp gidersin...

Sakin dalgaların kıyıya vurduğunda çıkardığı hışırtıları dinlerken artık eve gitme vakti gelmiştir...

Avuçlarının içinden kayıp giden zamanın büyüklüğünü değerini ölçmek istercesine tutarsın kırmızılaşan güneşi....

Kaçmasın ufuk çizgisine doğru diye bir kement atmak gelir içinden ama atamazsın....

İki elinle sımsıkı tutarsın sonra onu;bütün evreni aydınlatsan bile küçücüksün işte benim ince parmaklarımın içinde diye gülersin ona...

O ise sana inat kayar gider parmaklarının arasından...

Git bakalım nasıl olsa kürkçü dükkanı burası;yarın bu tarafa gelmeyecek misin sanki der omuz silkersin....

O kazandığı anlık zaferin sarhoşluğu ile senin sesini bile duymadan karanlık inini aydınlatmaya gider..

Sense tozlu patikada yokuş yukarı evin yolunu tutarsın geceyi keyifle bitirip ertesi gün doğan güneşe nanik yapmak için....

NOT: Bu yazı ÖYKÜ ATÖLYESİ nin Fotoğrafın dili isimli çalışması için yazılmıştır.

15 Mayıs 2008 Perşembe

3 KADIN

Sevgili Kozacım sobelemişti beni...Ben de haftasonu yazacağımı söylemiştim ama bir türlü yazamadım çünkü bu cumartesi mesaim vardı ve de birazcık grip oldum :) Bu sene ne çok hasta oldum ben böyle di mi ? :) Bir de bütün hafta akşamları da evde çalışınca hiçbişey yazamadım...Ancak oldu kusura bakma İpek Kozam :)

Konumuz ÜÇ KADIN...Bizi etkileyen,hayatımızda yeri olan.Ama tanıdıklarımızdan olmayacak... Hazırsak başlayalım mı?

1) BUKET UZUNER : Kumral Ada MAvi Tuna ile başladı yolculuğumuz,İki Yeşil Su Samuru ile devam etti ve sonra da Anneleri Babaları ve diğerleri...Kumral Ada MAvi Tuna'nın hayatımda çok çok özel bir yeri vardır demiştim ya daha önceki kitap sobesinde de..İşte aynen öyle..Genç kızlığa adım attığım o yıllarda öyle güzel izler bıraktı ki bende...

2) İNCİ ARAL : Aslında beni etkileyen bu 3. kadın yeni girdi hayatıma...İyi ki girdi diyorum hem de :) Şu anda İNCİ ARAL'ın UNUTMAK isimli kitabını okuyorum.ASlında biraz sondan başlamış gibi oldu ama sanki çok da isabetli oldu.Hayatı ile ilgili ayrıntıları anlattığı bir anlatı aslında bu kitap yani bir röportaj ya da söyleşi gibi de ama sanki kendi kaleminden dökülen bir roman aynı zamanda...Okumak isteyenler olacağını düşünerek daha fazla ayrıntıya girmemeyi yeğliyorum. Bundan sonraki hayatımda yeri olmasını istediğim ve uzun yıllardır kaybettiğim bir tadı yakalamamı sağladığından ötürü özel benim için...Şimdiden sonra bütün kitaplarını okumak istiyorum...

3 ) HÜLYA KOÇYİĞİT : Küçükken Türk filmlerini izlemeye bayılırdım...Özellikle de Hülya Koçyiğit'in filmleri...Nedense her zaman o narin çıtı pıtı koşuşu,güzel saçları ve masum yüzü çok hoşuma giderdi...Hala da gider...Bana göre yılların eskitemediği çok asil bir kadın. Benden bu kadar...

Sanırım sobelenmemiş kimse kalmamıştır bu konuda o yüzden ben de kimseyi sobelemiyorum :)

Bir aksilik olmazsa haftasonu Öykü Atölyesi'ndeki yeni kelimemizle MASAL ile ilgili yazacağım.

7 Mayıs 2008 Çarşamba

YALIN AYAK

Bir sabah vakti düşersin yollara......

Sabah kuşlarının cıvıltıları ile adımlarsın sokakları...

Selam verirsin yolları süpüren çöpçüye...

Kolay gelsin Çöpçü amca....



Taze,hafif serin bahar havasını çekerken ciğerlerine..

Dalların arasından sızan güneş birazcık gözünü rahatsız eder ama yine de gülümsersin çünkü mutlusundur...



Esnaf erkenden dükkanlarını açmış,bakkal amca gazeteleri düzenliyor.Onun yanındaki Berber amca elinde çalı süpürgesi dükkanın önünü temizlemekte...

Köfteci amca bu yıl bahçesine çok güzel bakmış,gülleri yediverenler misali açmış çiçeklerini suluyor beni de sulamasa bari...:)



Artık ben 15 yıl önce okul yolu olarak arşınladığım o çok sevdiğim yolu işe gidip gelmek için kullanıyorum...Bu sabah o yolda ağır ağır yürürken bunları gözlemledim ve düşündüm.Hayat yaşanan bütün telaşına,memleketteki karmaşaya,senin iç dünyandaki fırtınalara ya da hızla akıp giden zamana rağmen bütün yalınlığıyla her sabah yine başlıyor..



Ne kuşların umrunda olup biten ne de ağaçların....

Galiba doğal olan herşey her zaman gerçek ve yalın.....

Yalın ayak deriz ya hani...Çıplak ayak;sadece ayaklarınla yürümek...Toprakla,yerle,suyla ayakların arasında hiç birşey olmaması gibi....Aynı şekilde kuşlar ve hayat arasında hiç bir engel yok gibi geldi bana...

YALIN = SADE+DOĞAL+SAYDAM

Sahtelikten uzak olmak; sana baktıklarında bir hayalet misali diğer tarafını gösterebilecek kadar saydam olmak ve doğal olmak süslü vitrinlerdeki donuk yüzlü mankenler gibi değil de mısır tarlasının ortasındaki yırtık pırtık ama rengarenk giysili çalı saçlı ve gülen yüzlü korkuluk gibi :)

Yeri geldiğinde bir çocuk masumluğu ile deniz kıyısında suları şapırdata şapırdata koşabilmek...

Bu sabah o yolu yürürken çocukluğumdaki kadar saf,masum ve gerçek hissettim kendimi...

Hepsi bu....


ÖNEMLİ NOT 1: Kelime oyunlarımızın adresi değişti.Okumak ve katılmak isteyenler için ÖYKÜ ATÖLYESİ buradan tıklayabilirsiniz. :)

ÖNEMLİ NOT 2 : Kozacım unutmadım sobeni sakın araya yazı girdi diye öyle sanma :) Onu haftasonu oturup eni konu yazacağım.

3 Mayıs 2008 Cumartesi

UMUTLA YAŞAMAK

Sabahın ilk ışıkları ile uyandı.Mutfağa girip çaydanlığa su koydu ve sonra banyoya yöneldi...Güzel bir ilkbahar günüydü fakat havalar hala yeterince ısınmamıştı sanki.Açık pencereden süzülen rüzgar sırtında gezinir gibi olunca iyice sarındı sabahlığına....

Aynada yüzünü yıkarken gözlerinin yanlarındaki kırışıklıklara baktı.Günden güne artıyorlardı sanki...Böyle düşündüğü için güldü sonra;tabi ki artacak yıllar bu kadar hızla yaşlanıp kırışırken benim aynı kalmam beklenebilir mi?

Kahvesini alıp büyük bahçeyi gören mutfak masasına oturdu.Yeni doğan günle uyanmış minik serçelerin cıvıltılarını dinlerken gözlerini kapadı.Baharın kokusunu çekti içine;yüreğindeki tüm sıkıntıları unutmak istercesine....

O büyük parkta onu kaybettiğinde yine böyle serin bir bahar günüydü....Çocuk arabasından küçük oğlunun montunu almak için 2 dakikalığına ona sırtını dönmüş ve tekrar geri döndüğünde onu bıraktığı yerde bulamamıştı.Deliler gibi heryeri aramış,bütün parkı hava kararana kadar dolaşmış,polise,hastanelere gitmiş ama hiçbir haber alamamıştı....
Devam eden günlerde farklı şehirlere haberler salınmış el ilanları bastırılmış ama yine de hiç bir şey çıkmamıştı....

Tam üç yıl sürmüştü bu arayışlar...Ne bir ses ne de haber...Küçük bebeği hayatına bir anda girmiş ve bir anda çıkıvermişti işte...Canından vazgeçip teselli bulmasını isteyenlere boş gözlerle bakmıştı...Hatta bazıları ileri gidip ona daha gençsin yine olur deme cesaretini bile göstermişti... Bunu söyleyen kadını da yaka paça kovmuştu evinden bir daha görmemek üzere....

Onun yokluğunda huysuz,aksi sürekli ağlayan bir kadın olup çıkıvermişti...Bebeğini kaybettiği için kendini suçlayıp duruyordu.Kocası onu teselli etmeye çalıştıkça,aklı biraz olsun dağılsın diye onu neşeli birşeyler yapmaya teşvik ettiğinde daha da saldırganlaşıyor ve zavallı adamı onca çaresizliğinin içinde yavrularını unutmakla suçluyordu...Onun canının da en az kendisi kadar yandığını bile bile....

Dumanı üzerinde tüten kahvesini yudumlarken geçen o upuzun 3 yıl boyunca herşeye rağmen umudunu asla kaybetmediğini farketti...Bir önceki geceye kadar.... O gece birşey olmuş ve artık bütün herşeyin sona geldiğine ve onu bulamayacağına inanmıştı.VE o an bir karar vermişti...

Kahvesinden son yudumu aldı ve ani bir kararla yerinden kalkarak ilaç dolabına yöneldi.Geceleri uyumakta zorlandığı için kullandığı uyku hapı şişesini aldı eline.Kocaman bir bardak dolusu su aldı ve O'nun odasına yatağına yöneldi.

O gittiğinden beri hiç kimseyi sokmamıştı burayaGeceler boyu hıçkıra hıçkıra bebeğinin yastığına giysilerine sinen kokusunu içine çekerek sabahın ilk ışıklarına kadar ağlamıştı bu dört duvar arasında..İçeride yatağında sessiz sessiz ağlayan kocasının acısından habersiz...

Küçük yatağın içine oturdu...Odanın duvarlarında gezdirdi gözlerini...Gözlerini kapatıp kokuyu çekti içine...Küçük kahkahalar çınladı kulaklarında gülümsedi....İlk anne deyişini anımsadı oğlunun...Nasıl da mutlu olmuştu...Bütün dünyada duyabileceği en güzel sevgi sözlerinden de güzeldi bu...Oğlunun küçük dokunuşlarını anımsadı;sabahları uyanıp paytak paytak koşup annesinin odasına yatağın kenarından dokundurmaya çalıştığı minicik öpücükleri nasıl da özlediğini duyumsadı...

Gözlerini hiç açmadan elindeki şişedeki bütün ilaçları döktü avucuna....İlaçları ağzına götürmeden önce kocasını düşündü...Gittiği iş gezisinden döndüğünde onun cansız bedeniyle karşılaşacaktı..İçi ürperdi ama ölmekten korktuğu için değil biricik sevgilisine yaşatacağı acı için...
''Üzgünüm aşkım...Sana bunu yapmak istemezdim ama artık hiç umudum kalmadı..'' diye fısıldadı....

Bardağı diğer eline aldı....İlaçla dolu avcunu ağzına götürdü...Yine minik oğlunu düşünüyordu...Onun odasını temizlerken içerden koşarak gelir kapıyı aralar ve ''Anni'' diye bakardı meraklı gözlerle...Bunu düşünürken ellerinde minik oğlunun sıcaklığını hissetti sanki...

''Anne??? ''

Kapalı gözlerini açtı....
Gördüklerine inanamayıp bir kez daha kapattı...
Sonra bir daha açtı...

Galiba deliriyorum artık dedi..Zamanlamam harika...
Ve tekrar aynı ses;

''Annecim???''

Gözlerini son kez kocaman açtığında elindeki su bardağını ve ilaçları fırlatıp küçük çocuğu kucaklamıştı bile.....

''Umut!!! Umut'um oğlum,bebeğim....''

Hıçkıra hıçkıra ağlayarak,sıcacık gözyaşları içinde canının en tatlı parçasının kokusunu içine çeke çeke sarıldı sımsıkı ona....

Kapıda duran kocasına takıldı gözleri;ağlıyordu o da...

''Ama nasıl?'' dedi..''Nasıl buldun onu?''

Adam herşeyi anlattı;yakın bir şehirden haber geldiğini bu haberin üzerine hemen yola çıktığını ama karısını boş yere umutlandırmamak için bu konuda hiçbirşey söylemediğini ve iş gezisine gittiğini uydurduğunu söyledi...Oğulları parkta bebeğini kısa bir süre önce kaybetmiş bir anne tarafından kaçırılmış ve bunca zaman onun tarafından bakılmıştı..Fakat kadının kocası artık bu vicdan azabına dayanamamış ve küçük Umut'u anne babasına kavuşturması gerektiğine karar vererek onları aramıştı.

Ve işte tam bütün umutların bittiğinin sanıldığı yerde Umut çıkıp gelmişti yeniden annesinin hayatına ışık olabilmek için....