30 Temmuz 2010 Cuma

İSTANBUL'A...

Tenimde sabah güneşi, saçlarımda Boğaz'ın rüzgarı, denizin orta yerinde, vapurun en tepesinde, kulağımda çok sevdiğim bir ezgi... Yarım şekerli keyif çayım ve ben... Ne kadar uyumlu bir çift olduk şu manzaraya karşı...
Akşamları vapurun peşinden çığlık çığlığa gelsin diye yalvardığım ama gelmeyen martılar sabah açlığından olsa gerek Haydarpaşa'nın çıkışına kadar yolcu ediyorlar beni kocaman kanatlarıyla... El sallıyorum onlara; yarın yine görüşürüz...
Biliyorum başka hiçbir şehir yaratamaz bu duyguyu bende.. Hiçbir başka ülkede yok bu tılsım... Sırf seninle yaşıyoruz diye sunmuyor musun bunca sıkıntıyı bize be İstanbul?
Sadist mazoşist bir ilişki oluşmuş aramızda... Sen can yakmaktan hoşlanıyorsun; bizse senin tarafından acıtılmaktan ... Ama o kadar nefes kesici oluyorsun ki zaman zaman, değer sana be güzelim... Sırf insanı sarhoş eden bu rüzgarın için bile değer sana..
Çok zorlanıyorum bazen.. Kendimi tanımlamakta, yakınlarıma kendimi anlatmaya çalışmakta.. En zoru da ne biliyor musun? Zaman zaman içindeki coşkuyu, aşkı, hüznü, siniri karşındakine ne kadar istesen de anlatamıyorsun... Bazen senin çocuk gibi heyecanlanarak paylaştığın şeylere insanlar öyle boş gözlerle bakıyorlar ki pırıltını söndürüyorlar...
Seni bir de bunun için seviyorum.. Sözcüklere ihtiyacım yok sana içimdekileri anlatmak için... Yüreğimdekileri rüzgara bıraktığım an ruhumu okuyorsun sen benim...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Geri Dönüş

Yeniden başlamak gerek artık...

Kelimelerle barışmak, mesafeyi kapamak ve galiba daha fazla hasret bırakmamak...

Çok yakında yazılarımla dönüyorum... Yeter bu kadar mola.