26 Aralık 2008 Cuma

YENİ YILA İŞSİZ GİRMEK...

Ekonomik krizin eninde sonunda bizi de vuracağı belliydi.Zaten 3 aydır maaş alamadığımız için yeterince sürünürken şimdi de bu... Bu sabah ani gelen bir haberle şirketten 20 kişi çıkarıldı.Tahmin edildiği üzere aralarında ben de varım.Aslında böyle bir karar alınması durumunda ilk gidenlerden biri olacağımın farkında olmakla beraber yine de pat diye bu haberi almak gerçekten şok edici bir etki bıraktı üzerimde. Evet yeni yıla girerken işsizim.
Yine de çok üzüldüğümü iddia edemeyeceğim aslına bakılırsa çünkü son zamanlarda bu paramızı alamamak olayı zaten yeterince can sıkıcıydı benim için...Tek üzüntüm buradaki arkadaşlarımdan ayrılıyor olmak çünkü bu beş ayda gerçekten çok güzel arkadaşlıklar kurdum burada...
Bütün bunların ötesinde zaten canım kocamı askere gönderdiğim için yeterince üzülüyorum. Galiba işsiz kalmak şu anda bunun yanında önemsiz kalıyor. Çünkü Kobacanım şu anda Tunceli'de askerlik görevini yerine getiriyor ve henüz 12 gün olmuşken böyle özlem çekmek yeterince kötü benim için....

Sakın üzülmeyin benim için..İyiyim...Her kötü olayda iyi bir olayın olduğunu öğrenecek kadar bişeyler öğrendim artık. Belki de bu sayede çok daha iyi bir iş bulacağım ve daim olacak benim için..Buna bütün kalbimle inanıyorum.

Sizleri gelişmelerden haberdar edeceğim.....

Kucak dolusu sevgiler....

22 Ekim 2008 Çarşamba

VAKİTSİZ


Farkında mısın? Bugünlerde çok hızlı atıyorsun adımlarını ve bir o kadar da sık... Hızla düşen sağanak halinde gelen yağmur damlalarından bile hızlısın...Gözlerini sımsıkı kapamış ve kendini lunaparktaki hız trenine bırakmış gibisin... Senin paralelinde seninle yürümeye çalışanlar umrunda bile değil. Arkandan bakakalmışken dolu olan gözleri görmüyor; sana yetişmeye çalışan sesleri duymuyorsun bile....

Ruhunu bıraktığın rüzgar nereye kadar götürür ki seni? Nasıl güvenirsin seni ilelebet bu şekilde havada sürükleyeceğine...Ya da ne kadar dayanabilirsin ki rüzgarın şiddetine... Dolu dolu olmaz mı gözlerin ona karşı dururken... Güçlü müsün bir kavak ağacı ya da çınar kadar....

Sanki hiç yalnız gecelerin olmayacakmış gibi davranırken bir gün gelip çattığında ne yapacağını biliyor musun peki? Neyi gizliyorsun kendinden... Neden kabul etmiyorsun ki içinde bulunduğun o koskaca yalnızlığı daha şimdiden....

Hazırlanmalısın... Koşar adım kaçarken bu gerçeklerden aniden geriye dönüp önünde durmalısın ve haykırmalısın... Yokluğuna katlanmak için ondan uzak durmak bir çözüm olacak mı sence; ya da azaltacak mı acını bulduğun bahaneler.... Oyalanabilecek misin gerçekten başka şeylerle... Mümkün mü bu??? Bu hayattaki hiç birşeyin onun yerini tutmayacağını bile bile küçük oyunlarınla kendi kendini kandırmaya çalışacak mısın? Hırçınlıkların yarayacak mı işe peki ????

Hepsi yalan.. Olmayacak işte..Zaman hızla akıp gitmeyecek ya da sayılı günler çabucak geçip gitmeyecek hiç bir şekilde... Sen ne kadar hazırlasan da kendini onun gidişine ya da hazırladığını sansan bile bütün çabaların emeklerin boşa gidecek....

Yüreğin en ufak parçasına kadar ayrılmışken,taş değil çakıl değil kum olmuşken tek bir cümle dökülecek dudaklarından hıçkırıklarla birlikte.....

BU KADAR ERKENDEN BENİ BIRAKIP NEREYE ?????



not : bu yazı Öykü Atölyesi 'nin fotoğrafın dili isimli çalışması için yazılmıştır.

21 Ekim 2008 Salı

KARMAŞIK...


Meğer ne çabuk özlermişim ben seni de bilmezmişim….
Yokluğunun akşamlarında acı olurmuş uykunun tadı…
Yılın en sevdiğim mevsimi bile şaşırırmış içimdeki hüzne….

Ne çabuk büyüdük biz böyle…Ve ne çabuk geçti aradan bunca zaman…Hep dersin ya sen bana,çocuksun sen daha büyütmem lazım diye seni…Bazen hep çocuk gibi kalabilsem diyorum…Senin nazlı sevgilin olsam….

Sen yoksun ya yanımda; şimdinin de güncelliği yitip gidiyor böyle anlarda…Varlığının eksik olduğu zamanlarda zaman duruyor sanki ve öylece asılı kalıyor yüreğimdekiler havada….

Ve senin nefesini hissetmediğim zaman yanımda boğuluyorum….

Sensiz bir hayatın nasıl olabileceğine dair fikirler üretmeye çalışıyorum kafamdan ama başaramıyorum….

Sanki seni tanıdığımda doğmuşum öncesi hiç yokmuş gibi bir hisse kapılıyorum zaman zaman…Ve senin gelişinle anlam kazandığımı,taşların yerlerine oturduğunu hissediyorum….

Biliyorsun…





Sönsün tüm ışıklar şehir boyansın geceye...
Zaman gitme vaktidir...
Gecenin içinde bir kara tren gelir; seni alıp götürür.....
Zamansız akşamlar niye geldiniz....

Gündüzlerim nerde neden gittiniz....
Efkarlıyım bu gece gelmeyin üstüme.....


Bugünlerde farklı bir boyuta geçtim sanırım.... Ruhum yine şuursuz bir şekilde salınıp duruyor havada sanki.... Hayatımdaki bütün olaylara yukardan bakıyor gibiyim... Sanki ölmüşüm ruhum bedenimi terketmiş ve doktorlar beni tekrar hayata döndürene kadar havada asılıp kendime uzaktan bakacakmışım gibi... Çok garip bir his bu doğrusu....

Uzun mesafeleri göze alabilmek,yeni kararlar almaya çalışmak,neyin doğru olacağından emin olamamak...
Gideceğin günü düşünüyorum sürekli olarak... O kadar az kaldı ki...Hani derler ya sayılı günler çabuk geçer diye...

Otobüsün ardından elimi sallayışımı; gözlerimden önce bir kaç damla olarak akacak ve ardından sel olacak olan o yaşları....

Nefesimin boğazımda düğümlenişini ve yutkunamayacak oluşumu....

Nereden biliyorsun bunu dersen o trene seni her bindirip gönderişimde böyle olurdum ben derim....

Şimdilerde yine küçük, savunmasız kıvırcık saçlı minik kız koşuşup duruyor ortalarda... O kadar kötü bir şey ki önünde neler olacağını görememek... Gideceğin yeri bilememek,düşünmek istememek.... Ya da dönmeme ihtimalinin oluşu ( ki bunu aklımın ucundan bile geçirmekten korkuyorum )... Ya da döndüğünde sen hala aynı sen olmazsan...

O zaman kim diyecek bana bir hafta uzakta kalıp da eve döndüğümde akşam insanın karısının eve gelmesi ne güzel bir duyguymuş diye... Ya da ben kimin hayatına renk katacağım sadece evde uyuyarak bile....

Bilmiyorum... O kadar zor sorular ki bunlar asla veremem cevaplarını... Tek yapabileceğim şey sanırım geleceğimizin umduğumuz gibi olabilmesi için dua edebilmek... Allah'tan senin hep iyi olmanı dilemekten ve bunun için dua etmekten başka ne gelir elimden bilmiyorum ki....

İyi olsun herkes... tüm sevdiklerim, dostlarım ve arkadaşlarım.... Hayatıma dahil olan , yakınımda ya da uzağımda duran herkes iyi olsun ki ben de mutlu olayım....

İyi ki varsın hayatımda... VE iyi ki varsınız hayatımda.... Bütün bunlar yalnızca bir bütün olarak var olduğunda anlamlı çünkü.....Eminim her biri diğeri olmadan eksik kalırdı....

Öyle bişey ki bu kolay anlatamam...




15 Ekim 2008 Çarşamba

Tren Yalnızlığı

Yalnızlık...
Ve senden bu kadar uzakta olmak...
Trenin tekerleklerinin her dönüşüyle birlikte senden biraz daha uzaklaşmak...

Kalemimin ucunu açıyor araya giren mesafeler;daha çok dönüp bakıyorum ardıma...
Böylesi özlemleri en son ne zaman çektiğimizi düşünüyorum ve belki de iyi oluyor bizim için bu küçük ayrılıklar diyorum...

Hüküm yazdın ya bana hiç acımadan...Şimdi ellerim kelepçeli,tutuk soluksuz gibiyim...
Kokunu doldurabilsem bir şişeye ve gittiğim her yere yanımda götürebilsem onu da..Belki böylece bu kadar zor olmaz boş yastığa sarılıp yatmak...

Şimdilerde kısa bu ayrılıklar,ayrılığın büyüğüne sıra geldiğinde ne olacak peki.? Biliyorum şimdikinden çok daha fazla acıyacak canım..Senin olduğum günden bu yana sensiz kalmayı hiç düşünmemişken şimdi bu fikre alışmaya çalışırken yakalıyorum kendimi. Birşey itiraf edeyim mi; sevmedim ben bu duyguyu hem de hiç...
Senin de dediğin gibi geçecek bu ayrılıklar biliyorum ama olmuyor yine de işte....

Geçen gün sen balkonda rafları keserken şöyle bir baktım da sana 3 koca yıl öyle hızlı geçmiş ki anlamamışız bile....Sanki yalnızca 6 aydır hayatımdasın...

Zaman çok çabuk yürüyüp gidiyor...Ve artık hissettiğim bağımızı iyice güçlendirecek başka birşeye ihtiyacımız olduğu..Aşkımızla yoğrulan,üstün birşey... İkimizin birbirimize duyduğu sevdanın toplamı kadar büyük bişey....Ama bir o kadar da küçük....

Zaman zaman buna gerçekten hazır olduğumu düşünsem de bazen öyle çok korkuyorum ki... O zaman geldiğinde seni yine şimdiki kadar özgürce sevebilecek miyim? Sana sinirlendiğimde yine tepkilerimi böyle deli kız tadında verebilecek miyim ? Yoksa susacak mıyım? O yanlış anlamasın aramızda kötü şeyler olduğunu sanmasın diye kabuğuma mı çekilmek zorunda kalacağım. En çok korktuğum ise o geldiğinde belki ben büyümek zorunda kalacağım ve senin nazlı bebeğin o olacak artık...

Büyümek istemiyorum,yaşlanmak da istemiyorum..Belki bir gençlik iksiri içip hep böyle kalmayı diliyorum...Aramızdaki bağdan hiçbirşey kaybetmeden herşeyi sürekli başa sararak bu aşkı iilk günki tazeliği ile yeniden yaşamak istiyorum. Sence çok şey mi istiyorum?

Peki ya sen? Sen neler hissediyorsun şu anda.... Beni bırakıp gidecek olmak nasıl hisler uyandırıyor yüreğinde? Peki sen hazır mısın yeni bir heyecana? Göze alabiliyor musun sevgini bölmeyi ya da hiç korkmuyor musun benim kalbimin bölünmesinden.._?

Biliyorum hiçbirşey kurguladığım gibi olmayacak. Yani bölünmeyecek sevgimiz,sevdamız...Zamanı geldiğinde sevdamızın korundan yeni, kocaman bir ateş yakacağız biz onun için...

Herşey çok güzel olacak..Sadece sağ salim atlatıp bu zamanları kavuşmamız gerek hepsi bu...
2010 bize uğur getirecek biliyorsun değil mi????

7 Ekim 2008 Salı

Şşşştt Bak Hele :)




Evet yurda geri döndüm....



Hatta geri dönmekle kalmayıp hemen akşamında tekrar yollara düştüm....





Yoğun bir bayram tatili bitti ve sonunda evime geldim....


Aslında çok şey var anlatacak...


Ama öncelikle evimi hale yola koyup kendimi bie düzene sokmam lazım...
Artık zamansızlıktan şikayet eden insanları daha iyi anlıyorum..
Hayat bu aralar o kadar hızla akıp gidiyo ki; tutabilene aşkolsun :) :) :)

23 Eylül 2008 Salı

CRAIOVA GUNLUKLERİ 22.09.08

İşte şimdi yalnızlığın ortasında gerçekten yapayalnız olmanın ne demek olduğunu anlıyorum bütün yüreğimle…..

Craiova’DAYIM..Dünyanın hiç bilmediğim milyonlarca metrekaresinin birinde Romanyada bir şehirde lojmanın orta yerinde halının üstünde oturmuş içimi kemiren çaresizliği bütün iliklerimde hissediyorum…İtiraf etmeliyim ki korkuyorum da…Bu evde yalnız başıma nasıl kalıcam ben şimdi….Hiç kontorum yok,internet bağlantım yok….Sevdiklerimden kilometrelerce uzakta tanıdık bir sese hasretim…. Bu gece sabaha nasıl varır bilmiyorum….

İlk kez yurtdışına tek başıma geliyorum..Zaten toplamda da ikinci çıkışım ya…..

Belki komik gelecek ama sürgündeymiş gibi hissediyorum kendimi….Bir an önce sabah olsun buradaki işim bitsin ve yuvama vatanıma döneyim istiyorum….

Bugüne kadar içimde hissettiğim hiçbir yalnızlığın şu anki ile yakından uzaktan alakası yok desem yeterli olur mu acaba? Ki ben yalnızlıklarımın hep büyük olduğunu sanırdım….
Şimdi sonbaharın tanıdık hüznü yerini kedere ve acıya bıraktı….

Beni burada eli kolu bağlı çaresiz bıraktın ya…………………..Ağlamak istiyorum……

Şimdi yanında olmayı öyle çok isterdim ki…Sensizlik çaresizken neden daha keskin… Peki ben kendimi neden bir daha hiç geri dönemeyecekmişim ya da seni göremeyecekmişim gibi hissediyorum…..

Çabuk geçsin bu iki gün lütfen Allahım……

28 Ağustos 2008 Perşembe

Tubi-Tubik-Tubikko

Biliyorum yine bir sürü zaman geçti..
Evet ben yine yazamadığım için bana söylenip duranlar var..Ama bir bilseniz neler neler yapıyorum da vaktim yok...

Şu süreçte neler yaptım bakalım..

Öncelikle bildiğiniz gibi iş değişikliği yaptım.Bir ayım da bugün doldu. Her gün sabahın altısında kalkıyorum,uykulu gözlerle servisin bizi aldığı durağa varıp yarım saat daha uyuyarak ve yarım saat erken olarak işyerine varıyorum. (Çünkü daha geçe kalırsak köprü trafiği bizi de etkiliyor o yüzden erken gitmek gerekiyor.) Ama çok da dert etmiyorum erken gitmeyi.Çünkü bana işe güce başlamadan önce kahvaltı yapacak çay içecek,gazete okuyp haber seyredecek zaman kalıyor. Bütün bunları şirketin yakınındaki kahvaltı ettiğimiz kafede yapabiliyoruz. :)

İşe alışmaya çalışıyorum.Çok şükür bir yaramazlık yok şu anda. Bugüne kadar çalışmadığım bir alan ama keyifli.Sonuçta hep yeni şeyler öğreniyorum.Tabi çevreye faydalı bir iş de yapıyorum aynı zamanda.Ama alenen de söylemeyelim şimdi nerde çalıştığımızı.

İşe başlamadan 2 gün önce Zarifem'le buluşmuştuk.Yine bol koşturmacalı bir gün oldu.Hiç bişey anlamadım valla.Tam niyeti bozup Taksim'e fal baktırmaya gidiyoduk ki Kemo beni aldı ve yarım kaldı.....Özlem gideremedim arkadaşımla :/

Sonracığıma önemli bir haber daha Kobacan Kemocan Aralık ayında En Büyük Asker Bizim Asker olcak. :( :( :( Üzülsem mi sevinsem mi bilemiyorum....Bir yandan bir an önce gitsin gelsin istiyorum.Öte yandan da onca zaman nasıl geçecek diye düşünüyorum. Düşünsenize en az 5 ay gidecek nasıl geçer ki onca zaman.Neyse ben de kendimi işe güce veririm.BElki bir de hasretten biraz kilo verebilirim. (Benim iştahım sadece üzüldüğümde kesiliyor da...)
Eh tabi şimdi Kobacan askere gideceğinden dolayı benim şu anda oturduğumuz evde tek başıma oturmam pek olası değil.
Birincisi giriş katta ben tek başıma korkarım.
İkincisi annemlere uzak ben yine korkarım.
Üçüncüsü Ocak ayında zamlanacak ki zaten şimdi ki parayı bile verirken içimize oturuyor her ay. Bazı ev sahipleri çok acımasız ayıp diyorum başka da bişey demiyorum. Yeni evlenirken heyecandan hiçbişey düşünmemişiz.Ama hayat derdi başlayınca anlaşılyıo tabi gerçekler....

Neyse sonuç olarak ben ev de buldum :) Bir sokak öteye taşınıyorum.Hem de ananemin karşı dairesine.Hem daha uygun bir kiraya hem de daha büyük bir eve :) Süper denk geldi bu konuda çok şanslıyım. Adamla el sıkıştık.Önümüzdeki hafta kontratı da yapıcaz.Sonra yavaş yavaş toparlanıp bayramdan önce taşınmayı planlıyorum.Bakalım kısmet :)

İşte şimdilik benden bu kadar...Önümüzdeki günlerde yine yoğun olacağım anlayacağınız.Ama bir gelişme olursa yazarım yine...

Hepinize kucak dolusu sevgiler......

21 Temmuz 2008 Pazartesi

GERİ DÖNDÜM :)

Çok uzun bir aradan sonra herkese yeniden merhaba :)
Geri döndüm...Biraz zor oldu ama sonunda başardım sanırım....
Yazamadığım bu uzun dönemde neler oldu derseniz çabucak bir özet geçeyim....
Çoğu arkadaşımın bildiği gibi 2 yıldır çalıştığım şirketteki işimi bırakıp birşeyler öğrenebilmek amacı ile bir proje firmasına girmiştim.4,5 ay kadar çalıştım burada.Birşeyler öğrendim mi evet kesinlikle öğrendim. Ama bir süre sonra bu işin benden götürdüklerinin bana kattıklarından daha çok olduğunu gördüğümde buna bir nokta koymam gerektiğine karar verip istifa ettim...Son 2 ay benim için oldukça yorucu, bunaltıcı ve de sinir bozucu idi. Kısacası kimsenin birine birşey öğretiyor diye onu sömürmeye,ezmeye hayatını satın almış gibi davranmaya hakkı yoktur değil mi???
Sonuç olarak bu ızdıraba geçen pazartesi günü son verdim ve bir haftadır tatildeyim. :) Süper dinlendim....
Bu arada istifa etmeden önce büyük bir firmadan ben başvurmadığım halde özgeçmişime ulaşarak beni iş görüşmesine çağırmışlardı. Olumlu geçtiğini de düşünüyordum ama henüz haber gelmemişti.Tabi ki ben bir yandan yine iş aramaya devam ediyordum ama çok da ısrarla değil...İçime doğmuş sanırım bu sabah aradılar ve adaylar arasında yapılan elem sonucunda benimle çalışmak istediklerini söylediler...
Sonuç: 28. Temmuz Pazartesi günü yeni işime başlıyorum...Umarım herşey iyi ve daim olur...Bu sefer kesin konuşmak yok :)
Bunun dışında bir de saçlarımı kızıla boyadım.Herkesçok beğendi başta ben olmak üzere :) Evet kesinlikle sarıdan daha güzel oldu :)
Bu haberler dışında herşey iyi gidiyor.Hayat yolunda devam ediyor...Bundan sonra sayfama daha çok zaman ayırabileceğimi düşünüyorum...Yazılarıma da kaldığım yerden devam edeceğim....Tabi ki Öykü Atölyesindeki kelime oyunlarımıza da :)
Bu kadar ara verdiğim için beni affedin olur mu? Gerçekten kendime bile vakit ayıramıyordum ki sayfama bakabileyim... Bundan sonra böyle ortalıktan kaybolmayacağım uzun süre....
Herkese Sevgilerimle :)

27 Haziran 2008 Cuma

BENİ MERAK EDEN BÜTÜN ARKADAŞLARIM İÇİN YAZIYORUM....

MERAK ETMEYİN İYİYİM SADECE SON BİR AYDIR İŞTE İNANILMAZ YOĞUN BİR DÖNEM GEÇİRİYORDUM VE BU SEBEPLE DE YORGUNLUKTAN HİÇ HALİM KALMADI YAZI YAZMAYA İNANIN

ÇOK YAKINDA YENİDEN YAZMAYA BAŞLAYACAĞIM

SEVGİLERİMLE

TUBİKKO

31 Mayıs 2008 Cumartesi

Kahve Kokusu

''Önce kahvesini koyacaksın cezveye,sonra da şekeri...Suyu en son ilave etmelisin ki tadı güzel olsun'' dedi babannesi küçük kıza....

Cingöz bakışlarla dinleyen küçük kız cevap verdi;

''Tamam ama bu sefer ben tek başıma yapıcam babannecim''

Yaşlı kadın gülümsedi ve kafasını salladı; ''Tamam kuzucum ama ben yanında bekleyeyim en azından, ocağı yakarken falan elini yakma diye....

Küçük kız kikirdedi ve kolları sıvadı.

Önce iki çay kaşığı dolusu kahveyi koydu cezveye ve onay almak istercesine büyükannesine baktı...Babanne onay verircesine salladı kafasını....

Sonra şeker kabını alıp bir çay kaşığı şekeri koydu...
Babanne : '' Bu kadarı yeter yavrum dedenle ikimize biliyorsun ki ben şeker hastasıyım dedende az şekerli sever kahveyi'' dedi.

Küçük kız; '' Hı hı evet biliyorum babannecim dedem az şekerli sever;sen de şekerli sevsen bile içmen yasak değil mi ?'' diye gülümsedi....

Sonra iki fincan suyu fincana döküp ocağı yakmaya hazırlandı.Babannesinin de yardımı ile en küçük ocağı yakıp derecesini en düşüğe geçirdi... Fincanın içindekini şöyle bir karıştırıp bıraktı.

Babannesi ''Aferin'' dedi, ''Ben yaparken ne güzel gözlemlemişsin sen beni''....

Sonra hafif kabarmaya başlayınca kahvenin köpüğünü iki kahverengi fincana paylaştırıp bir daha ocağa götürdü cezveyi...Ardından bir taşım daha kaynatıp kalanı da fincanlara paylaştırdı.
Kahveleri tepsiye yerleştirdi ve birer bardak da su koydu...

''Hadi sen git babannecim ben getiricem dedeme sürpriz olsun'' diye gülümsedi....

Babanne torununun saçlarını okşayıp tamam hadi bakalım öyleyse dedi ve evin önündeki bahçeye çıktı kapıdan....

Küçük kız büyük bir dikkatle çıktı ve dedesi ile babannesinin kahvelerini ikram etti...Sonra da oturup içmelerini izledi....

Dede kahvesini içip bitirdikten sonra meraklı gözlerle ve de heyecanla sordu:

''Dedecim kahven nasıl olmuş???

''Çok güzel olmuş kızım''....

Babanne dedeye dönerek; ''Bugün kahveyi ben yapmadım torunumuz yaptı'' dedi....

'' Vay vay vay demek benim küçük kızım büyüdü de kahveler bile yapar oldu dedesine babannesine öyle mi'' diye güldü yaşlı adam...

''Eh o zaman bundan sonra sabah kahvelerimizi senin elinden içeriz pek güzel olmuş yahu''

Küçük kız neşe ile koşup sarıldı dedesinin boynuna ve cevap verdi gururla....

''Yaparım tabi ki dedeciğim yeter ki sen iste,bundan sonra sizin kahvelerinizi hep ben yapıcam öğrendim nasılsa'' diye şakırdadı sesi.....

Sonraki yıllarda her yaz dedesinin ve babannesinin kahvelerini sadece küçük kız yaptı....
10 yıl öncesine kadar...
Sonra babannesi herkese sürpriz yaptı ve onları çok ani bir şekilde bırakıp gitti....

Şimdilerde küçük kız ne zaman kahve kokusu duysa ya da içse hep babannesini, o küçük bahçe içindeki çocukluğunun yazlarının geçtiği sevimli evi hatırlar....

Ve ne zaman dedesinin evine gitse yine dedesi der ki ona;
''Hadi kızım yap güzel ellerinle bir kahve de içelim''....

O artık büyük bir kızdır,kahveyi yapar yine aynı kahverengi cam fincanların içine..Çünkü bilir ki dedesi en çok onlarla içmeyi sever kahvesini tıpkı babannesi gibi....

Ama yazık ki artık kahveyi tek kişilik yapar o fincanlara her baktığında gözleri dolarak....

*************************************************************
Kahve kokusu demek benim için bitanecik babannem demektir...
Bana şimdi yaptığım gibi güzel kahve yapmanın inceliğini o öğretmiştir....Öğrettiği bir çok başka şey gibi....


Bunun üzerinden 40 yıl geçtiğinde ben yine onu anımsayacağım belki kendi torunlarıma kahve yapmayı öğretirken....

Mekanın cennet olsun Babannem....

29 Mayıs 2008 Perşembe

Sokaktaki Yabancı




Karanlık sokağın başında durup derin bir nefes alıyorum....

Bu kısa gibi görünen uzun yolu aşabilmek için cesarete ihtiyacım var....

Evlerin camlarına çatılarına bakmak için kafamı yukarı kaldırmaktan ürküyorum...

Galiba yere bakarak yürürken görünmezim....

Kırmızı pabuçlarım beni biraz cesaretlendiriyor ki küçük adımlarımı ses çıkarmaktan korkmadan hızlandırıyorum....

Sol baştaki evin önünde iki kişi durmuş konuşurken beni görünce konuşmalarını yarıda kesip adımı sesleniyorlar...

Adımı seslendiklerinde yüreğim deli gibi çırpınmaya başlıyor.... Onları duymazdan gelip biraz daha hızlanıyorum....

Aklımda ise hep aynı düşünce sokağın başına varırsam özgür olacağım ve herşey bitecek.....

Sokağın bitimine iki ev kala arkamdan gelen ayak seslerini duyup koşar adım yürümeye başlıyorum..Ellerim ceplerimde ve nedense çıkartamıyorum....Birşeyler saklar gibiyim.....

Son adımımı atmak üzere iken kocaman bir el yakalıyor beni omzundan.....

Suçlu suçlu dönüp ellerimi çıkarıyorum ceplerimden.... Fakat neden bu kadar küçük ellerim????

Avuçlarımı açıyor iri yarı adam zorla...Ben de bilmiyorum ki ne olduğunu avuçlarımda...

İki küçük avuç dolusu kesme şeker çıkıyor yapış yapış olmuş ellerimin arasından....

Gözlerim dolu dolu olmuş bir şekilde kaldırıyorum kafamı yukarı ve çok sonra bu sokağı hiç tanımadığımı görüyorum...Kafamı sola çevirdiğimde cumbalı evin alt katının küçük camında kendi yansımamı görüyorum....

Gördüklerim karşısında şok oluyorum..Henüz 6 yaşındayım...Zamanda geri gitmişim fakat bu geçmiş bana ait olmayan bir zaman dilimi.....

Bir başkasının hayatına ışınlanmışım... Ayağımdaki kırmızı pabuçlar da benim ama yerine geçtiğim çocuk çok başka biri..

VE ben biraz sonra o çocuğun yerine dayak yiyeceğim kahvecinin iri kıyım çırağından; masada kalmış şekerleri toplayıp çayını şekerli içmeyi sevdiği halde buna hasret kalan nineme sürpriz yapıp onun pamuk yanaklarındaki gamzeleri görmek istediğim için....

21 Mayıs 2008 Çarşamba

ŞAKACI



Gün batımında çıkan hafif esintiyle koşarak atınca kendini kumlara...

Dalgalar artık o kadar da sert vurmuyordur kıyıya...

Ufka dalıp gidersin...

Sakin dalgaların kıyıya vurduğunda çıkardığı hışırtıları dinlerken artık eve gitme vakti gelmiştir...

Avuçlarının içinden kayıp giden zamanın büyüklüğünü değerini ölçmek istercesine tutarsın kırmızılaşan güneşi....

Kaçmasın ufuk çizgisine doğru diye bir kement atmak gelir içinden ama atamazsın....

İki elinle sımsıkı tutarsın sonra onu;bütün evreni aydınlatsan bile küçücüksün işte benim ince parmaklarımın içinde diye gülersin ona...

O ise sana inat kayar gider parmaklarının arasından...

Git bakalım nasıl olsa kürkçü dükkanı burası;yarın bu tarafa gelmeyecek misin sanki der omuz silkersin....

O kazandığı anlık zaferin sarhoşluğu ile senin sesini bile duymadan karanlık inini aydınlatmaya gider..

Sense tozlu patikada yokuş yukarı evin yolunu tutarsın geceyi keyifle bitirip ertesi gün doğan güneşe nanik yapmak için....

NOT: Bu yazı ÖYKÜ ATÖLYESİ nin Fotoğrafın dili isimli çalışması için yazılmıştır.

15 Mayıs 2008 Perşembe

3 KADIN

Sevgili Kozacım sobelemişti beni...Ben de haftasonu yazacağımı söylemiştim ama bir türlü yazamadım çünkü bu cumartesi mesaim vardı ve de birazcık grip oldum :) Bu sene ne çok hasta oldum ben böyle di mi ? :) Bir de bütün hafta akşamları da evde çalışınca hiçbişey yazamadım...Ancak oldu kusura bakma İpek Kozam :)

Konumuz ÜÇ KADIN...Bizi etkileyen,hayatımızda yeri olan.Ama tanıdıklarımızdan olmayacak... Hazırsak başlayalım mı?

1) BUKET UZUNER : Kumral Ada MAvi Tuna ile başladı yolculuğumuz,İki Yeşil Su Samuru ile devam etti ve sonra da Anneleri Babaları ve diğerleri...Kumral Ada MAvi Tuna'nın hayatımda çok çok özel bir yeri vardır demiştim ya daha önceki kitap sobesinde de..İşte aynen öyle..Genç kızlığa adım attığım o yıllarda öyle güzel izler bıraktı ki bende...

2) İNCİ ARAL : Aslında beni etkileyen bu 3. kadın yeni girdi hayatıma...İyi ki girdi diyorum hem de :) Şu anda İNCİ ARAL'ın UNUTMAK isimli kitabını okuyorum.ASlında biraz sondan başlamış gibi oldu ama sanki çok da isabetli oldu.Hayatı ile ilgili ayrıntıları anlattığı bir anlatı aslında bu kitap yani bir röportaj ya da söyleşi gibi de ama sanki kendi kaleminden dökülen bir roman aynı zamanda...Okumak isteyenler olacağını düşünerek daha fazla ayrıntıya girmemeyi yeğliyorum. Bundan sonraki hayatımda yeri olmasını istediğim ve uzun yıllardır kaybettiğim bir tadı yakalamamı sağladığından ötürü özel benim için...Şimdiden sonra bütün kitaplarını okumak istiyorum...

3 ) HÜLYA KOÇYİĞİT : Küçükken Türk filmlerini izlemeye bayılırdım...Özellikle de Hülya Koçyiğit'in filmleri...Nedense her zaman o narin çıtı pıtı koşuşu,güzel saçları ve masum yüzü çok hoşuma giderdi...Hala da gider...Bana göre yılların eskitemediği çok asil bir kadın. Benden bu kadar...

Sanırım sobelenmemiş kimse kalmamıştır bu konuda o yüzden ben de kimseyi sobelemiyorum :)

Bir aksilik olmazsa haftasonu Öykü Atölyesi'ndeki yeni kelimemizle MASAL ile ilgili yazacağım.

7 Mayıs 2008 Çarşamba

YALIN AYAK

Bir sabah vakti düşersin yollara......

Sabah kuşlarının cıvıltıları ile adımlarsın sokakları...

Selam verirsin yolları süpüren çöpçüye...

Kolay gelsin Çöpçü amca....



Taze,hafif serin bahar havasını çekerken ciğerlerine..

Dalların arasından sızan güneş birazcık gözünü rahatsız eder ama yine de gülümsersin çünkü mutlusundur...



Esnaf erkenden dükkanlarını açmış,bakkal amca gazeteleri düzenliyor.Onun yanındaki Berber amca elinde çalı süpürgesi dükkanın önünü temizlemekte...

Köfteci amca bu yıl bahçesine çok güzel bakmış,gülleri yediverenler misali açmış çiçeklerini suluyor beni de sulamasa bari...:)



Artık ben 15 yıl önce okul yolu olarak arşınladığım o çok sevdiğim yolu işe gidip gelmek için kullanıyorum...Bu sabah o yolda ağır ağır yürürken bunları gözlemledim ve düşündüm.Hayat yaşanan bütün telaşına,memleketteki karmaşaya,senin iç dünyandaki fırtınalara ya da hızla akıp giden zamana rağmen bütün yalınlığıyla her sabah yine başlıyor..



Ne kuşların umrunda olup biten ne de ağaçların....

Galiba doğal olan herşey her zaman gerçek ve yalın.....

Yalın ayak deriz ya hani...Çıplak ayak;sadece ayaklarınla yürümek...Toprakla,yerle,suyla ayakların arasında hiç birşey olmaması gibi....Aynı şekilde kuşlar ve hayat arasında hiç bir engel yok gibi geldi bana...

YALIN = SADE+DOĞAL+SAYDAM

Sahtelikten uzak olmak; sana baktıklarında bir hayalet misali diğer tarafını gösterebilecek kadar saydam olmak ve doğal olmak süslü vitrinlerdeki donuk yüzlü mankenler gibi değil de mısır tarlasının ortasındaki yırtık pırtık ama rengarenk giysili çalı saçlı ve gülen yüzlü korkuluk gibi :)

Yeri geldiğinde bir çocuk masumluğu ile deniz kıyısında suları şapırdata şapırdata koşabilmek...

Bu sabah o yolu yürürken çocukluğumdaki kadar saf,masum ve gerçek hissettim kendimi...

Hepsi bu....


ÖNEMLİ NOT 1: Kelime oyunlarımızın adresi değişti.Okumak ve katılmak isteyenler için ÖYKÜ ATÖLYESİ buradan tıklayabilirsiniz. :)

ÖNEMLİ NOT 2 : Kozacım unutmadım sobeni sakın araya yazı girdi diye öyle sanma :) Onu haftasonu oturup eni konu yazacağım.

3 Mayıs 2008 Cumartesi

UMUTLA YAŞAMAK

Sabahın ilk ışıkları ile uyandı.Mutfağa girip çaydanlığa su koydu ve sonra banyoya yöneldi...Güzel bir ilkbahar günüydü fakat havalar hala yeterince ısınmamıştı sanki.Açık pencereden süzülen rüzgar sırtında gezinir gibi olunca iyice sarındı sabahlığına....

Aynada yüzünü yıkarken gözlerinin yanlarındaki kırışıklıklara baktı.Günden güne artıyorlardı sanki...Böyle düşündüğü için güldü sonra;tabi ki artacak yıllar bu kadar hızla yaşlanıp kırışırken benim aynı kalmam beklenebilir mi?

Kahvesini alıp büyük bahçeyi gören mutfak masasına oturdu.Yeni doğan günle uyanmış minik serçelerin cıvıltılarını dinlerken gözlerini kapadı.Baharın kokusunu çekti içine;yüreğindeki tüm sıkıntıları unutmak istercesine....

O büyük parkta onu kaybettiğinde yine böyle serin bir bahar günüydü....Çocuk arabasından küçük oğlunun montunu almak için 2 dakikalığına ona sırtını dönmüş ve tekrar geri döndüğünde onu bıraktığı yerde bulamamıştı.Deliler gibi heryeri aramış,bütün parkı hava kararana kadar dolaşmış,polise,hastanelere gitmiş ama hiçbir haber alamamıştı....
Devam eden günlerde farklı şehirlere haberler salınmış el ilanları bastırılmış ama yine de hiç bir şey çıkmamıştı....

Tam üç yıl sürmüştü bu arayışlar...Ne bir ses ne de haber...Küçük bebeği hayatına bir anda girmiş ve bir anda çıkıvermişti işte...Canından vazgeçip teselli bulmasını isteyenlere boş gözlerle bakmıştı...Hatta bazıları ileri gidip ona daha gençsin yine olur deme cesaretini bile göstermişti... Bunu söyleyen kadını da yaka paça kovmuştu evinden bir daha görmemek üzere....

Onun yokluğunda huysuz,aksi sürekli ağlayan bir kadın olup çıkıvermişti...Bebeğini kaybettiği için kendini suçlayıp duruyordu.Kocası onu teselli etmeye çalıştıkça,aklı biraz olsun dağılsın diye onu neşeli birşeyler yapmaya teşvik ettiğinde daha da saldırganlaşıyor ve zavallı adamı onca çaresizliğinin içinde yavrularını unutmakla suçluyordu...Onun canının da en az kendisi kadar yandığını bile bile....

Dumanı üzerinde tüten kahvesini yudumlarken geçen o upuzun 3 yıl boyunca herşeye rağmen umudunu asla kaybetmediğini farketti...Bir önceki geceye kadar.... O gece birşey olmuş ve artık bütün herşeyin sona geldiğine ve onu bulamayacağına inanmıştı.VE o an bir karar vermişti...

Kahvesinden son yudumu aldı ve ani bir kararla yerinden kalkarak ilaç dolabına yöneldi.Geceleri uyumakta zorlandığı için kullandığı uyku hapı şişesini aldı eline.Kocaman bir bardak dolusu su aldı ve O'nun odasına yatağına yöneldi.

O gittiğinden beri hiç kimseyi sokmamıştı burayaGeceler boyu hıçkıra hıçkıra bebeğinin yastığına giysilerine sinen kokusunu içine çekerek sabahın ilk ışıklarına kadar ağlamıştı bu dört duvar arasında..İçeride yatağında sessiz sessiz ağlayan kocasının acısından habersiz...

Küçük yatağın içine oturdu...Odanın duvarlarında gezdirdi gözlerini...Gözlerini kapatıp kokuyu çekti içine...Küçük kahkahalar çınladı kulaklarında gülümsedi....İlk anne deyişini anımsadı oğlunun...Nasıl da mutlu olmuştu...Bütün dünyada duyabileceği en güzel sevgi sözlerinden de güzeldi bu...Oğlunun küçük dokunuşlarını anımsadı;sabahları uyanıp paytak paytak koşup annesinin odasına yatağın kenarından dokundurmaya çalıştığı minicik öpücükleri nasıl da özlediğini duyumsadı...

Gözlerini hiç açmadan elindeki şişedeki bütün ilaçları döktü avucuna....İlaçları ağzına götürmeden önce kocasını düşündü...Gittiği iş gezisinden döndüğünde onun cansız bedeniyle karşılaşacaktı..İçi ürperdi ama ölmekten korktuğu için değil biricik sevgilisine yaşatacağı acı için...
''Üzgünüm aşkım...Sana bunu yapmak istemezdim ama artık hiç umudum kalmadı..'' diye fısıldadı....

Bardağı diğer eline aldı....İlaçla dolu avcunu ağzına götürdü...Yine minik oğlunu düşünüyordu...Onun odasını temizlerken içerden koşarak gelir kapıyı aralar ve ''Anni'' diye bakardı meraklı gözlerle...Bunu düşünürken ellerinde minik oğlunun sıcaklığını hissetti sanki...

''Anne??? ''

Kapalı gözlerini açtı....
Gördüklerine inanamayıp bir kez daha kapattı...
Sonra bir daha açtı...

Galiba deliriyorum artık dedi..Zamanlamam harika...
Ve tekrar aynı ses;

''Annecim???''

Gözlerini son kez kocaman açtığında elindeki su bardağını ve ilaçları fırlatıp küçük çocuğu kucaklamıştı bile.....

''Umut!!! Umut'um oğlum,bebeğim....''

Hıçkıra hıçkıra ağlayarak,sıcacık gözyaşları içinde canının en tatlı parçasının kokusunu içine çeke çeke sarıldı sımsıkı ona....

Kapıda duran kocasına takıldı gözleri;ağlıyordu o da...

''Ama nasıl?'' dedi..''Nasıl buldun onu?''

Adam herşeyi anlattı;yakın bir şehirden haber geldiğini bu haberin üzerine hemen yola çıktığını ama karısını boş yere umutlandırmamak için bu konuda hiçbirşey söylemediğini ve iş gezisine gittiğini uydurduğunu söyledi...Oğulları parkta bebeğini kısa bir süre önce kaybetmiş bir anne tarafından kaçırılmış ve bunca zaman onun tarafından bakılmıştı..Fakat kadının kocası artık bu vicdan azabına dayanamamış ve küçük Umut'u anne babasına kavuşturması gerektiğine karar vererek onları aramıştı.

Ve işte tam bütün umutların bittiğinin sanıldığı yerde Umut çıkıp gelmişti yeniden annesinin hayatına ışık olabilmek için....

30 Nisan 2008 Çarşamba

KİTAP KURDU

Sevgili arkadaşım Çınar sobelemiş beni :) Yazmaya bu kadar süre zorunlu ara verdikten sonra böyle güzel bir sobe ile başlamak iyi geldi doğrusu :)

Öncelikle şunu söylemek zorundayım...BEn bir kitap kurduyum :) Çocukluğumdan beri en büyük hobimdir kitaplar....Okurken kitabın sayfaları içinde kaybolur kahramanlarının yerine geçerdim tek tek...


Okuma aşkı bende okumayı ilk söktüğüm anlardan itibaren başladı..1. sınıftayken okumayı ilk sökenler arasında yumurtam çatlamıştı ( O zamanlar öğretmenimiz sınıftaki herkes için bir yumurta yapmıştı ve herkesin adı yazılıydı yumurtasında okumayı sökenin yumurtası çatlayıp içinden civcivi çıkıyodu )

Kitap okumaya aslında kendi çapımda ciddi yapıtlardan başlamıştım; mesela ilkokulda okuduğum ilk kitaplar arasında Victor Hugo'nun Sefiller'i vardı.Mark Twain'in Tom Sawyer'ına ise hayranlık ötesi bir sevgim vardı...Onun o özgür ruhu çok hoşuma giderdi ve örnek de alırdım onu.Hatta kitabımın kapağında Tom Sawyer'in ayakları çıplak yerde yarı yatar pozisyonda ve ağzında bir ot parçası kafasında şapkası olduğu haldeki resmini hala unutmam...
Ortaokul yıllarında kitap sevgimin en üst düzeylere çıktığını hatırlıyorum.Odamızda bir ranzamız vardı,alt katında kardeşim üst katında ben yatardık.Geceleri yatarken mutlaka kitap okumak alışkanlığım vardı o zamanlar.Hatta bazı geceler okuduğum kitaba kendimi öyle kaptırırdım ki kitap biterdi ve bu bitiş anında güneş çoktan doğmuş olurdu.Sonunda ne mi olurdu? Okula uykusuz giderdim :) O Çalıkuşu beni kaç gece uykusuz bıraktı ard arda :) Ahh Feride ahh,senin peşinden maceralarını takip edeceğim diye okulda uyukladım kaç gün....:)

Lisede de bu aşk devam etti tabi ki hiç şüpheniz olmasın.Bu yıllarda Buket Uzuner'le tanıştım.. Kumral Ada MAvi Tuna hayata,aşka ve insan ilişkilerine bakışımı çok ciddi şekilde etkileyen ve bana yön veren müthiş bir kitaptı...İleride kesinlikle çocuklarımın okumasını istediğim ve her daim kütüphanemde yer alması gereken bir kitaptır benim için...

Bu arada şunu da özellikle belirtmek isterim.Hayatta en nefret ettiğim şeylerden biridir kitaplarımı başkalarıyla paylaşmak.... Geçmişte birkaç kez çok sevdiğim kitapları okunması için verdiğim ve bir daha geri gelmedikleri için artık kitap emanet ederken çok titizlik göstermek zorunda hissediyorum kendimi...Hatta zaman zaman garip karşılanacağını bilsem bile kitabı verirken bir sürü kural sayarım.

1) Kitabın sayfaları kıvrılmayacak,katlanmayacak;ayırmak için ayraç kullanılacak.
2) Kitap bükülmeyecek.
3) Kapağı kırılmayacak.

Bir de eğer mümkünse kitabı şeffaf bir jelatinle kaplayıp dışının yıpranmasını engellemeye çalışırım...Biliyorum biraz abartıyorum ama kitaplarım benim en büyük hazinemdir :)

Eşimle tanıştığımızdan beri aldığımız her kitabın kapağından sonraki ilk sayfasına adlarımızın ve soyadımızın baş harflerini ve o günün tarihini atarız.Bu kitaplar da bizim çocuklarımıza mirasımız olacak çünkü...İleride umarım onlar da bizim gibi okumaya tutkun olurlar da bu kitapları severek okurlar.Ben çok isterdim annemden ya da babamdan bana kitaplar kalmasını..Babam bana 30 yıllık kitaplar verdi ama onlar teknik ders kitapları tabi ki...Hatta dedemden kalma bir kitabım var;radyo yapımı ile ilgili :)

Tarihle ilgili romanları da çok severim ben...Medeniyetlerin nasıl kurulduğu,nasıl ilerlediği ne aşamalardan geçtiği,sadece tarihçi gözünden değil de sıradan insanların gözünden de okumak kadar keyiflisi yoktur bana göre...

Özellikle Türk ve Osmanlı tarihi ile ilgili kitapları okumaktan son derece keyif alırım. Hayatımın son iki yıllık döneminde eşim sayesinde Mustafa Necati Sepetçioğlu ve Hüseyin Nihal Atsız ile de tanıştım ve emin olun bu yazarları da okumaktan son derece keyif alıyorum.ASlında ben bir okuma açıyım galiba genelde kitap ayırt etmem;başladığım her kitabı da sonuna kadar mutlaka okurum.

Gezi,tarih,biyografi,yaşanmış olaylar,siyasi,ülkeler tarihi,gerilim romanları...Aklınıza gelebilecek her türlü kitabı okumaktan büyük mutluluk duyuyorum aslında...Ama şu sıralar özelllikle ilgimi çekenler tarih ve siyasetle ilgili olanlar...

Evin her köşesinde bir kitabım mevcuttur.Mutfakta,yatak odasında başucumda,tuvalette ve çantamda.... Sanki kitaplar olmazsa çevremde kendimi eksik hissediyorum.Dedim ya yazmaktan bile büyük bir tutku benim için okumak....

Bak şimdi nasıl da kurtlandım...Hımmmm ben bu haftasonu en iyisi uzun zamandır aklımda olan kitap alışverişine bir gideyim.Aslında kütüphanemde hala okunmamış birkaç kitap var ama hiç önemi yok; mutlaka ama mutlaka okunacak ne de olsa..

Ne kadar da uzun bir yazı oldu bu böyle.Çınarcım; beni nerden yakalayacağını ve bolca yazdıracağını gerçekten çok güzel yakalamışsın senitebrik ediyorum :)

Son olarak kitaplarla ilgili bir hayalimden bahsedip bu yazıyı bu akşam bitirmeyi ve şu an kendimi feci şekilde kaptırdığım kitabı okumak üzere odama yollanmayı düşünüyorum.

Eskiden kendimce bir kütüphanem vardı.Günün birinde bir köy okulundaki çocukların okuyacak kitaba ihtiyacı olduğunu duydum bir öğretmen tanıdığımızdan.Benim için çok değerli olan 2-3 kitap haricinde bütün kitaplarımı büyük özenle sakladığım küçük hayal dünyalarımı sabahlara kadar içinde kaybolduğum bütün hikayelerimi hiç gözümü kırpmadan koliledim ve o köy okuluna yolladım... Bunu yaparken de bu kitapların onların da hayatını benimki gibi değiştirebilmesini onların hayata bakışında bişeyleri yönlendirebilmesini umdum...

Şimdi eski haline baktığımda çok kısıtlı bir kütüphanem var...Gelecekle ilgili isteiğim ise şu...Hani bazı evler vardır...Kocaman salonlarının en büyük duvarı baştan başa kütüphanedir ve kitaplarla doludur ya.İşte ben de öyle kocaman bir evin o en kocaman duvarını baştan aşağı hayatım boyunca okuduğum; okurken hüzünlendiğim,bazen ağladığım,neşelendiğim,kendimi eğittiğim,ders aldığım,kendime yön çizdğim,kısacası hayatımda yer eden bütün kitaplarla doldurmayı diliyorum...Bunu yapacağımdan hiç şüpheniz olmasın :)

Benden bu kadar artık... SOn sözüm;HER KİTAP MUTLAKA İNSANA BİRŞEYLER KATAR,ÖNEMLİ OLAN BU KATTIKLARINI NASIL DEĞERLENDİRDİĞİMİZDİR...

Sobe Notu: Eğer bu sobeyi okuyorsa Ben Ona Resmen Aşığım ve NaneŞekeri'ni sobeliyorum :)

28 Nisan 2008 Pazartesi

DURUM ANALİZİ

Şu an saat 09:27 ve ben dünyaya geleli 26 yıl 1 saat oldu :) Evet bugün benim doğumgünüm :) Ömrümün 27. yılını yaşamaya başladım bile...Ne zaman geçti bu kadar süre ne zaman ben böyle büyüdüm bilmiyorum....Hep derler ya hani zaman 18 i bir hevesle beklersin bir türlü gelmek bilmez; 18 olduktan sonra da yıllar hızla akıp geçer diye...

Size bir sır vereyim mi? Ben kendimi hala 18 hissediyorum...Hala öyle deli kanım;hala o kadar çocuğum deli kızın tekiyim işte :)

Doğumgünüm ile ilgili faslı bitirdikten sonra sağlık durumuma geçeyim.Bu arada doğum günü tebriği yapmak isteyenler aşağıda yorumlar kısmını kullanabilir.İlgi ve alakanız için teşekkür ederim :D

Evet ne diyordum...Belli ki herkes merakta..Boynum iyileşti..Çok şükür...Arada hafif hafif ağrısa da o ilk zamanki günlerime göre kat kat daha iyi...Ortopedik yastığım sağolsun ve bana o yastığı satan medikalciye de binlerce teşekkürler :) Mutlu mesut uyuyyorum artık herkese tavsiye ediyorum...Boynunuzu rahat bir konuma alıp uyumak için illa benim gibi sakatlanmayı beklemeyin derim ben...Bir kere omurilik sağlığımız için oldukça gerekli...

Bunun haricinde işyerime çok yoğun günler yaşıyorum.Akşam evde bile çalışmam gerekiyor.Bu sebeple de ne blog yazabidim ne de kelime oyunlarına katılabildim :(
Hele son kelimeye ^^^SIR^^ dı ve benim içim gitti ama onunla ilgili de yazamadım.Düşünün artık kafamı bile toplayamıyorum en sevdiğim hobiyi yazma eylemini gerçekleştiremiyorum.
Ama bunu bir sonrakinde telafi etmek gibi bir planım var....

Bunun dışında herşey yolunda;beni merak edenler için bilgilendirme yeterli olmuştur sanırım...
Herkese sevgiler,saygılar bendenn :)

17 Nisan 2008 Perşembe

ROBOTİK TUBİK


Dün sabah yataktan kalkamadım.Eşimin yardımıyla mızırdana mızırdana giyindim ve doktorun yolunu tuttuk...Evet kafam sol tarafıma eğik bir yengeç şeklinde kaldığım için bu ızdırap.Yine oldu;spor yaptıktan sonra koltukta uyuyakalmışım;terli olunca boynum da üşümüş ve bunun sonucunda yamuk bir hale geldim :S
Çok sevgili ortopedist doktorum; boynumda sıfır hareket olduğunu söyledi..Hadi yaa ben farketmedim diyecektim ama sakin olmayı başardım.Dün itibarı ile sabah akşam olmak üzere toplam 20 tane kas gevşetici iğnem;bilimum kas gevşetici ve ağrı kesici haplarım var.Dün eczaneden bir koca çanta dolusu ilaçla geri döndüm...
Ortopedik yastık kullanmak durumundayım yine yeniden....Bugün işe gelebildim ama boyun hareketlerim hala kısıtlı;robot gibiyim...İyileşince yazarım;bu notu da beni merak etmeyin diye yazdım zaten..
Herkese kucak dolusu sevgiler....

11 Nisan 2008 Cuma

BU ŞEKERLERİ EVLAT EDİNMEK İSTER MİSİNİZ???



Annemin kedisinin kedisi yani torunumuz olur kendisi :) doğurdu..Bu bebişler çok tatlı fakat bizim evimizde yeterince evcil hayvan nüfusu olduğu için ve annem aynı zamanda sokaktaki kedilere de baktığı için ne yazık ki bu tatlıları evlatlık vermek zorundayız... :(
Aslında annemin gönlü hiç elvermiyor onlardan vazgeçmeye ama mecburiyet malesef....
Eğer bu güzel kızlardan birine sahip olmayı isterseniz lütfen bana haber verin...
Mail adresim : BUDUR
Kendileri henüz bir aylarını doldurdular,çok oyuncular ve hepsi de maviş maviş :)
Yakın zamanda anne sütünden kesilecekler ve normal beslenmeye başlayacaklar :)
http://picasaweb.google.com.tr/tugbaozgen/YavrularM resimleri ayrıntılı görüntülemek için tıklayın :)
Eğer onlardan herhangi birine sıcak bir yuva sağlayabileceğinize inanıyorsanız gönül rahatlığıyla verebiliriz...Verirken çok zor olacağından eminim çünkü sonuçta daha bebekler ve hayvan bile olsa bir bebeği annesinden ayırmak çok üzücü ama iyi bir geleceği olacaksa neden olmasın öyle değil mi :) Bu kedinin ailesinin 3 kuşaktır bizde olduğunu da belirtmek isterim...Hani size daha önce resimlerini koymuştum ya bloğumda minik yavruların;işte bunlar onlardan birinin bebekleri...

7 Nisan 2008 Pazartesi

Nasılız Bakalım Bugün??? :)

Bu sabah yağmurlu bir İstanbul'a uyandık...Ama yine de olsun,yağmur sonrası toprak kokusunu içime çektim işe gelirken....

Bugün çok feci şekilde uykum olduğunu söylemek zorundayım...Dün gece 3 e kadar çalıştım evde belime deli gibi ağrılar saplanarak ;sabah da 7 de kalkıp işe geldim..SAnırım bu gece erkenden tuş olurum ben....

Bunun yanı sıra geçen hafta internetten kendime bir adet kondisyon bisikleti ısmarlamıştım.Cumartesi geldi.Kendi çabalarımla monte ettim; ki ben çok severim böyle parça birleştirme işlerini...Hatta annem kızım bıraksaydın da Kemo yapsaydı dedi ama yok dedim işin keyifli kısmı burada :)

Bu akşam eve gidince başlayacağım bakalım hayırlısıyla...

Onun dışında haftasonum güzel geçti.Cumartesi akşamı çok uzun zamandır görüşmediğimiz evli bir çift arkadaşımız geldi.Yemek yedik oturduk güldük eğlendik... ERtesi günü de üniversitedeki ev arkadaşımı ve annesini ziyarete gittik arkadaşlar da hep gelmiş;birlikte monopoly oynadık tabi ki sevgili kocam yine bütün arsaları topladı ve herkesi iflas ettirdi :) Sonunda da geleneksel monopoly resmini çektirdi....

Siz ne alemdesiniz? BEni okuyup okuyup da yorum yazmayanlar??? Biliyorum okuduğunuzu benden kaçar mı :D

Herkese iyi bir hafta dilerim...İşleriniz ras gitsin inşallah :)

4 Nisan 2008 Cuma

ARINMAK....

Söylemek zorundayım bu defa çok zor... Satırlarda ilk okuduğum andan itibaren yüreğimi tırmaladı bu kelime....Defalarca yazıp sildim ve hatta koskoca bir hikaye oluşturdum bunun için ama yine dönüp dolaşıp sana geldi nihayetinde....Çünkü affediş üzerine en uzun hikayeyi seninle paylaştım ben...

İlk ne zaman kırık dökük etmiştin ruhumu....Bu kırılıp dökülmelerin öncesi de olduğunu bilmiyordum o zaman daha...

Bir gün geldiğinde gün gibi aydınlanmıştı...Evimizin camlarının fırtınadan değil de başka bir sebepten kırıldığı....Oysa anlamalıydım belki de yaz günü ne fırtınası ki bu....ve bir sonraki gün babannem geldiğinde ve senin nerde olduğunu sorduğunda işe gitti dediğimdeki şaşkın surat ifadesini...Güneşli bir gündü ve apartmanın bahçesinde karşılaşmıştık..Ben ekmek almaya gidiyordum....Henüz 9 yaşındaydım....

Yaptığın hatalardan dolayı ağladığında ve bizi üzdüğün için kendinden nefret ettiğinde ayaklarıma kapanmıştın... Gecenin saat 3'üydü...Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum...Ertesi günü okula gitmek zorundaydım ve henüz 13 yaşındaydım.... Ruhumda yaşadığım ızdırabı bilmek bile istemezsin...Küçücük bir kızın bunu tanımlayabileceğini de sanmıyorum aslına bakarsan...Belki sadece bu yetişkin kadın tanımlayabilir bunu;küçük kızın gelip kulağına fısıldayıp unutulmamak üzere bıraktığı acı hatıralardan....

Bir gün kendinden vazgeçtiğinde seni bırakıp gitmek istemediğimde sen benden vazgeçmiştin kolayca...Halbuki ben senin Gemi batarken önce fareler terkeder lafına inat ben fare değilim deyip yanında kalmak istemiştim...Git dedin ama gidemedim...İnsan canından geçebilir mi? 22 yaşındaydım; bu acı hatıranın izlerini boynumda taşıdım günlerce;ruhumda ise ölene dek taşıyacağım...

Bütün yaşananlara,ruhumdaki bütün darp izlerine rağmen bir gün geldiğinde herşeyi bir kalemde silip seni affedebileceğimi hiç düşünmemiştim... Eminim eğer bütün bunları ben kendi kendime yapmış olsaydım asla af dilemezdim ruhumdan... Ama sen benden bunu istemediğin halde ben seni azad ettim bile çok uzun zaman önce....

Merak ediyor musun neden olduğunu? Yaptığın herşey bir insanın yapabileceği hatalardı... Çok iyi yürekli dünyayı ve insanları çok seven senin gibi birinin bile... Senin yüreğinin ne kadar iyi olduğunu biliyorum...Kötülükleri isteyerek yapmayacağını ise adım kadar iyi....

Ama yine de onaramıyorum bazı şeyleri...Beni tanımadığını düşünüyorum....
Büyürken yeterince yanımda olamadığın için hızla kaçıp gitti bazı şeyler... Ve malesef öyle hızla akıp gitti ki zaman aradaki mesafe iyice açıldı...Şimdilerde toparlamaya ve aradaki açığı kapatmaya çalıştığının farkındayım ama ya su gibi akıp giden o yıllar....

Bir keresinde seninle hararetli bir şekilde tartışırken ''Benim çok evrensel bir affediş tarzım olduğunu ve bunu asla ama asla senin anlayamayacağını haykırmıştın yüzüme... Nasıl bir adaletin var demiştin bana;nasıl bir adalettir ki bütün evrene aynı anda makul olmaya çalışıyorsun... Taraf olmak zorundasın bu durumda...''

O zaman sana anlatmak istemiştim ama anlatamamıştım...Hepimizin insan olduğunu;hatalar yapabildiğini ve sana göre kötü olanın başkası için aslında iyi olduğunu...

Ama affetmek ne için önemli bence biliyor musun? Çünkü affetmek ruhunu arındırır...İnsanı özgür kılar...Yüreğindeki kara bulutları dağıtır...Kin tutmak insanı kirleten;saflığını elinden alan bir duygudur.. Affetmeyi bilmeyen beceremeyen biri kendini karartır yalnızca....

Bunun içindir ki ben yüreğimde derin yaralar bırakanları dahi bir zaman gelir affederim...Ve sanki her affedişte bir kuş havalanır göğüs kafesimden...

Affetmek insanı mutlu eder...Çünkü bunun aksi birini yüreğinde esir tutmaktır..Kaç kişiyi aynı anda hapsedebilirsin ki küçücük kalbine...???

Eğer birgün bu satırları okuma fırsatı bulursan bu kelimeyi seninle bağdaştırdığım için sen de beni affet olur mu? Ama bir hata olduğu için değil; belki biraz üzülmene sebep olacağı için... yapmak zorundaydım...Şimdi herşey yoluna girmiş olsa ve aramızdaki uçurumları kapatmaya gayret etsek bile ben bunları kendime hatırlatmak zorundaydım...

Yoksa kendimi asla affedemezdim...

VE bilirsin değil mi bir insanın en zor affedebildiği en çok acımasız olduğu kişi sadece kendisidir baba.....


Son birşey daha;Seni Çok Sevdiğimi biliyorsun değil mi?

1 Nisan 2008 Salı

ALFABETİK SOBE

Zarifem beni taaa ne zaman sobelemişti ama ben bir türlü vakit bulamamıştım bunu yazmaya..Ay çok ayıp oldu canım arkadaşım ama geç olsun güç olmasın değil mi? :)


A-Aşk: O olmasa anlamsız olurdu iki kişi arasındaki ilişki

B-Başarı: Sanırım bu benim için olmazsa olmazlardan biridir.

C- Canayakın: Yani ben :)

Ç- Çay: Eskiden nefret eder ağzıma sürmezdim;üniversitede kafama bişey düştü sanırım şimdi sabahları o taze çay kokusunu alıp çay içmezsem kendime gelemem.Mümkünse güzel demlenmiş (poşet olmayacak) hımmm bir de tomurcuk çayı olmalı içinde..Ohh misss

D- Deniz: Denizin olmadığı,kokusunu duymadığım bir yerde yaşayamam uzun süre..Her gün yanından geçmesem de istediğimde varabileceğim mesafede olduğunu bilmem gerek.

E- Emek: Birine ya da bişeye emek vermek önemlidir.İnsanın emek verdiği daha kıymetlidir.

F- Fal: Severim kahve falı baktırmayı ben (Zarifecim bilir di mi bilir bilirrr :) )

G- Gelecek: Güzel günler şimdi var;gelecekte daha güzelleri de gelecek

Ğ- Adımın orta harfi;yazarken unutanlara sinir olurum .

H- Hayat: Zor ama yine de yaşanası :)

I- Işık:Aşkımın gözlerinde bana bakarken çakan küçük ışıklar

İ-İnce: Bu aralar buna taktım kafayı incelicemmm

j- Joker: Her zaman bir jokeri olmalı insanın di mi ama :)

K- Kocam: Onun adının baş harfi,Kobacanın baş harfi canımın ömrümün anlamının başlangıcı

L- Limonata : Off hele hele içinde taze nane ve fesleğen varsa deymeyin keyfime :)

M- Mart: Biz 23 Mart'ta evlendik geçen seneee

N- Nane Şekeri: Otobüste yolda ya da karnı acıkınca çok midesi bulanan biri olarak hayat kurtarıcımdır nane şekerim..

O- Okul: Lise zamanlarına geri dönmek istiyorum;tek derdim dersler olsun o kadar

Ö- Öpücük: Ay ne bileyim bu geldi aklıma :)

P- Pırasa: Şöyle zeytinyağlı bol limonlu ohh mis;akşama yapsam mı ki :)

R- Renk: Renkler hayatımızı ruhumuzu içimizi cıvıl cıvıl yapar.

S- Sevgi: İnsanın sahip olabileceği en önemli ve gerekli duygudur...Ne de olsa bir insanı sevmekle başlar herşey... Yüreğinde sevgi olmayan insanları eksik bulurum ben...

Ş- Şaşı bak şaşır..pehh bu ne ya aklıma bu geldi bi tek şimdi

T- Tubikko: Yani ben;biraz megoloman olabilirim ama bildiğim tanıdığım tuğbalar arasında tek Tubikko'nun ben olduğumu sanıyorum. Tubi derler,Tubik derler ama orjinal Tubikko benim ve biliyo musunuz bu nick blog aleminden ççoookkk öncesine dayanır. :) Ben buldum ben buldummm :)

U- Uzak: Dalıp dalıp gitmekten alıkoyamam ben kendimi..

Ü- Üzüm: Ama kuru olacak yanına da sıcacık sarı leblebi ohhh misss

V- Vals: Asil bir danstır...Hep merak duymuşumdur böyle danslara ama dans için bulunması gereken eş bu işlere pek yanaşmıyor malesef :(

Y- Yağmur: Yağsın usul usul arada coşarak;sonra güneş açsın ve toprak koksun mis gibi hafif serin bir havada...

Z- Zaman: Ne kadar kıymetlidir ve ne çabuk kayıp gider avuçlarımızdan....


Ohhh bitirdim şükür; ne zormuş yahu...:) Valla sobelenmeyen kaldı mı bilmiyorum ama ben de BÖRÜLCEM'i sobeliyorum....

28 Mart 2008 Cuma

Şöyle Böyle...

--> Yazmak istediğim bazı konular var; ama cümleleri doğru şekilde toparlamak istiyorum. Bütün gün aklım işimde gücümde olduğundan tabi ki adam akıllı düşünemiyorum... Ve bu zirzop ilham perilerim ne hikmetse durup durup kağıda kaleme ya da laptopuma erişemeyeceğim zamanlarda üşüşüyorlar başıma....

Mesela trende bir yandan tutunup düşmemeye bir yandan da gazetemi okumaya çalışırken ya da gece uyumak üzere kafamı yastığa koyduğum zaman....

Yani ya burada ciddi bir peri sabotajı var ya da bu manyak periler benimle kafa buluyorlar.... Hayır yani peri bacım eşek gibi biliyosunuz ki ben yatağa kafayı uyumak için koyduğum zaman susuzluktan ölsem bitsem ya da başka ihtiyacım da olsa kalkmam!!! Kalkamammm...

--> MKA kişisi geçen pazar uzun zamandır okumadığı yazılarımı okumuş. Bakkala gidivermiştim kahvaltılık bişeyler almak için ( Evet benim kocam yeri geldiğinde ormanda yüz aslan gücünde tembel olabilmektedir :) )

Geldiğimde bana kapıdan girer girmez; ''Sultanım ( evet o padişah ben de onun sultanı modunda takılıyoruz ) ben seni hafife almışım yahu '' dedi...

Nasıl yani dedim... Çok güzel yazmışsın dedi..Hihihihihihi

Sonra da dedi ki böyle hikayeleri herkes yazar biraz komik bişeyler yazsana sen...

İyi güzel de ben mizah yazarı değilim ki..Hoş öyle eni konu başka bir konunun da yazarı değilim...SAdece amatör bir blog yazarı olarak takılıyorum ek iş olarak... O da yazmayı sevdiğimden...Yani bu durumda bu bir hobi oluyor galiba :)

-->Havalar artık geç kararmaya başladı ya saatler ileri alınınca; birazcık da ısınsa ben şu akşam yürüyüşlerine başlamayı planlıyorum ama bakalım nasıl olacak :)

-->Uzun bir aradan sonra evimi derleyip toplamayı başardım süper oldu süper.... :)

--> Dün bişey yaptım;sonra acaba doğru mu yaptım dedim kendi kendime içim içimi yedi; başkalarının etkisinde kalmaktan vazgeçmeliyim.Tabi sonra da ona üzülmekten... Aklım var benim akıllı bir insanım banane başkasının ne düşündüğünden değil mi ama :)

--> Kelime oyunlarında yeni kelime belirlenmiş;çok da güzel olmuş yazacağım en kısa zamanda umarım bu hafta içi bir ara :)

Şimdilik bu uykulu ağlamaklı İstanbul gününde işimin başına dönüyorum...Görüşmek üzere...

26 Mart 2008 Çarşamba

HAZIR MISIN? HADİ BAŞLAYALIM...

''Bu gökyüzünde her zaman bu kadar çok yıldız var mıydı yoksa ben mi görmemiştim'' diye geçirdi içinden.....

Ellerini başının arkasında kavuşturmuş; geceyi dinliyordu...Geceyi ve dalgaların duvarlara vurduğunda çıkardığı sesi....Ilık rüzgar pencerenin aralığından estikçe bunaltıcı yaz gecesinin sıcaklığını birazcık olsun alıyordu 50 metrekarelik odanın içinden....

Yataklarının içinde dönüp duranlar; öfleyip püfleyenler ve gözlerini tavana dikip derin düşüncelere dalmış insanlarla doluydu koğuş...
Her birinin ayrı hikayeleri olan;hepsi kendine göre haklı bir sebepten burada olan bir avuç insan.....Mutsuzdu hepsi....Gözlerinin ışıklarını kapıda kişisel eşyalarını teslim ederken gardiyana bırakıp üç parça çaputları ile girmişlerdi bu demir kapının ardına....

Parmaklıklarla çevrilmiş bir dünyada beklenebilir miydi bir kadının gözlerinin içinin umutla parlaması? Özgürlüğün olmadığı yerde umut yeşerebilir miydi insanın içinde?? Belki en fazla bir gün duvarların ardına çıkma umudu....

İşte o da 20 yıl boyunca bu umutla beklemişti...Bir gün bu kapıdan göğsü dik bir şekilde çıkıp hayata insanların arasına karışmayı umarak....

Sahi ne için girmişti içeri...Hatırlamak bile istemiyordu.... Tek bildiği haksız yere bunca zamandır hayattan izole edilmiş olduğuydu.....Suçsuzdu işte....20 yıldır her gece bunu söylemişti kendine...


''Ben suçsuzum....'' Ama herkes gülüp geçmişti ona ; '' Tabi kızım tabiiii zaten hepimiz suçsuzuz burda..Hepimiz....''

Bu gece işlemediği o suç için çektiği cezanın son gecesini dolduruyordu....Gece güne kavuştuğunda, şafak söktüğünde zamanını doldurmuş ve gitmeye hazır olacaktı.....

Valizini günler öncesinden hazırlamıştı...
Hayallerini,planlarını ve bir kaç küçük eşyasını özenle yerleştirmişti küçük bavula....

Kimsesi yoktu işte; onu karşılamaya hiç kimseler gelmeyecekti...Zavallı anacığını bikaç sene önce kaybetmişti....Zavallı kadın kahrından erken yaşta göçüp gitmişti.....

Yerinde doğruldu; parmaklığın ardındaki camın yanına oturdu bacaklarını toplayıp.... Bu saatlerde hava serinlerdi her mevsim... Sanki gece bitmek istemezcesine soğuk estirirdi rüzgarı...Ve bu duvarların arasında yaşamak zorunda kalan bütün insanlar nedendir bilinmez daha çok mu severdi geceyi....

Güneş kaybolup da karanlık çökünce koğuşa; en demlisinden çaylar doldurulur,türküler yakılır bazen birinin hıçkırığı duyulurdu yastığının altından....


''Elleşmeyin garibe... '' derdi Ayşe ana...''Bırakın döksün içini yavrucak..''
Ve en çok ağlayanlar yeni gelenler olurdu;eskiler zamanla kalplerinin nasır tutmasından mıdır bilinmez gözlerinin yaşına hakim olmayı bilirlerdi...
BElki bilmezlerdi de yüreklerinin sesini herkesten gizlemeyi; zehri gizli gizli akıtmayı öğrenirlerdi kim bilir.....

Güneş doğuyordu....
Son kez dalgaların kayaları dövüşünü dinlerken deniz havasını içine çekti Nazan....
''İstanbul'a gidince ordaki kardeşlerinize simit atıcam vapurdan'' dedi martılara...''Söz''....

***************************************

Demir kapının kilidi açıldığında o çoktan kapının önünde bekliyordu...Tüm arkadaşlarıyla vedalaşmış ve çıkınca buluşmak için sözleşmişlerdi....
Gardiyan kilidi söküp kapıyı sonuna kadar açtığında sıradan bir ses tonuyla sordu;

'' Hazır mısın çıkmaya??? ''

Nazan cevap verdi;

'' Hazırım....'' cevabı verirken sesindeki umudu ise sadece kendi farketmişti....

Geldiği gibi sessiz bir şekilde çıkıp gitti kale gibi duvarların ardından....

Artık hayata karşıp gidebilirdi;onunla mücadele etmek için hiç bir hazırlığı olmasa da......

YENİ SOSYAL GÜVENLİK YASA TASARISI

Günlerdir takip ediyorum ne olacak ne bitecek bu konuda diye..Kapsamın ne olduğunu bilmeyenler ve merak edenler için...Buyrunuz...Çalışan insanın emeğine saygı olmadığı gibi olan hakları da nasıl elinden alınmaya çalışılıyor siz de görün...

24 Mart 2008 Pazartesi

HEPİNİZ MİMLENDİNİZ....

doctus



Bu defaki mim konusu o her zaman birbirimizi sobelediğimiz türden değil..Bu seferki konu toplumun en küçük ve masum bireylerini ilgilendiren bir konu...Bu da çocuk istismarını engellemek amacı ile başlatılmış bir proje



Fikrimin İncegülünün ve başka arkadaşlarımın da sayfalarında gördüğüm bu yeni proje sayesinde çocukların suistimal edilmesi engellenmeye,toplum bilinçlendirilmeye çalışılmaktadır.... Biz de blog yazarları olarak belli bir okuyucu kitlesine sahip insanlar olarak buna katkıda bulunabiliriz.... Bunun için yapılması gereken üç şey var ;



1)Çocukluğunuzdan hatırladığınız ilk şarkı ve şu anda dinlediğinizde hissettirdikleri.
2)Banner
3) Çocuk istismarını durdurun" sloganının yazıda geçmesi.



Şimdi ben üstüme düşeni yapmak amacı ile bu mimi gerçekleştiriyorum..ŞU ANDA BUNU OKUDUĞUNUZ İÇİN SİZ DE MİMLENDİNİZ...LÜTFEN İHMAL ETMEYİN VE BU MİMİN GEREKLERİNİ YERİNE GETİRİN.....



Çocukluğumdan hatırladığım ilk şarkı şudur;hatta şunlardır...İkisinin da bana hissettirdikleri farklıdır...



Benim annemmmm güzel annemmm beni aaalll kollarına

Sabahları uyanınca beni okşar severdi .... Bu böyle devam eder giderdi annecim bunu bana uyurken hep söylerdi...Kokusu gelir burnuma oher duyduğumda....



Bir de şu şarkı vardır; ara sıra mırıldanırım ve hala çok eğlenirimmm....



Bak bir varmış bie yokmuş eski günlerde;tatlı bir kız yaşarmış boğaz içinde....

Bak bir sabah erkenden masal şöyle başlamış

İskelede genç kıza delikanlı rastlamış

Bakışmılar göz göze gören kimse olmamış

Fakat denizde dalga oynamaya başlamış

Lay lay lay lay lay lay lay lay lay lay llay layyy

Lay lay lay lay lay lay lay lay lay lay llay layyy





Emin olun ki çocukların istismar edilmesi yalnızca cinsel yönden taciz edilmekle (ki bu bence en en korkunç insanlık dışı olanı) olmuyor...Çocuklar küçücük yaşlarda sokaklarda çalışarak,ebeveynleri tarafından tartaklanarak,dayak yiyerek,aile içi psikolojik savaşlarda arada kalarak küçücük ruhlarının da bedenleri kadar zarar görmesi sureti ile suistimal edilebiliyorlar....

Eğer siz de bu küçük yüreklerin küçük bedenelrin zarar görmesini istemiyorsanız ''ÇOCUK İSTİSMARINI DURDURUN!!!!'' sloganını ve bu linki blogunuza ekleyiniz....

http://doctus.org/banner/banner300x250.jpg

Bir Milleti Ne Kadar Aptal Yerine Koyabilirsiniz ???

Türk Genci,devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine,doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimi ve devrimleri benimsemiştir.Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ya da davranış duydu mu, ''Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır,adalet örgütü vardır'' demeyecektir. Elle,taşla,sopa ve silahla;nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek,asıl suçluları bırakıp,suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, '' Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir'' diye düşünecek,ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ''demek adalet örgütünü de düzeltmek,yönetim biçimine göre düzenlemek gerek''

Onu hapse atacaklar.Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ''ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.''

İŞTE BENİM ANLADIĞIM TÜRK GENÇLİĞİ !
Mustafa Kemal Atatürk
Bursa, 5 Şubat 1933

Bugünlerde bir kitap okumaya başladım.Kitabın giriş kısmında Atatürk'ün Bursa Nutku'ndan bu alıntıyı yapmıştı yazar...Ülkemizin içinde bulunduğu duruma ne kadar da uygun sözler öyle değil mi? Geleceği böylesine görebilen bu kadar akıllı ve deha sahibi bir insanın yaptıklarını yıkmak ve aydınlık yerine karanlığa gitmeye çalışmak nedendir? Bu kişiler olsa olsa Hasan Sabbah'ın devamı olan bir nesil olabilir diye düşünüyorum...Çünkü başka türlüsü benim idrak sınırlarımı zorlamaya başladı artık....

14 Mart 2008 Cuma

Beklemek Sürgünü....

Denizin ortasında güvertede buz gibi sabah ayazında üzerinde yalnızca incecik geceliği olduğu halde gözlerini ufka dikmiş bakıyordu...Günün ağarmasını bekliyordu.
Artık ağlamaktan kirlenip kararmış yüzünde son bir gözyaşı damlası kurumuştu....Elleri buz tutmuştu.Hiçbirşey hissetmiyordu...Kalbindeki acı o kadar yoğundu ki vücudunun herhangi bir yerindeki fiziksel bir acının canını acıtması mümkün değildi artık...Beyni uyuşmuş gibiydi...Kafasının içinde bu yaşına kadar biriktirdiği herşey sanki bir anda silinmişti....

Ruhu bedenine yalnızca bir noktadan bağlı gibiydi...Sadece kalbi tutuyordu bedeninden kopup rüzgara karışıp gitmesini...Tıpkı ağacından kopup savrulmaya hazırlanan bir sonbahar yaprağı gibi... Kopmamasını sağlayan tek şey hayat özünü yüreğini kaybetmek istemeyişi gibiydi...

İçindeki yangını söndürmek istercesine çekti sabah rüzgarını derin derin....Bütün hücrelerine kadar en küçük en dipteki zerreciklerine kadar hissetti serinliği....

4 yıl olmuştu...Bir türlü geçmek bilmeyen koca 4 yıl...Ayrıldıklarında kadın henüz 22 yaşında tazecik bir gelindi...Yeni evlenmişlerdi...Sonra 1.Dünya Savaşı çıkmıştı ve kocası da o koca kafile ile birlikte gitmişti....

Yalvarmıştı...''Gitme ne olursun;kaçalım gidelim buralardan uzak bir ülkeye...Bizi orada kimse bulamaz...Yalnız bırakma beni ne olur..''diye... Ama genç adam bunu kabul etmemişti...Çok gururluydu....Ülkesi için birşeyler yapmak zorundaydı ve gitmeliydi...''Eğer gitmezsem ömür boyu bunun vicdan azabını çekemem'' dedi güzel gözlü karısına....''Korkma geri döneceğim...''

Sımsıkı sarılıp vedalaştıktan sonra karısını kez öpüp çıkmıştı evlerinin kapısından....Kadın açık sokak kapısının önünde sevdiği erkeğin ardından bakarken adam son kez arkasına dönmüş ve o delici bakışlarıyla öyle bir bakmıştı ki kadına;bu koskoca 4 yıl boyunca aklına çakılıp kalmıştı kadının o son duruşu....

Kocası gittikten sonra kadın hamile olduğu haberini almıştı....Onu beklerken bebekleri geldi dünyaya...Tatlı mı tatlı bir oğlan...Ona hep babasını anlatarak büyüttü oğlunu...Küçük delikanlı gurur duyuyordu babasıyla.....Anne oğul umutla evin babasının döneceği günü bekliyorlardı...

Bir gün savaşın bittiği haberi geldi....Bütün askerlerin evlerine geri dönecekleri duyurulmuştu...Şehirde bir sevinç rüzgarı dalgalanıyordu.... Sabırla bekliyorlardı adamın gelişini.... Aradan 10 gün geçmişti ki bir gün kapı çalındı...Küçük çocuk koşa koşa kapıya yöneldi.''Babam geldi;babam geldi.....'' Kadın yüzünde şaşkın bir tebessümle hemen kapıyı açtı....

Karşısında hiç tanımadığı bir adam dikiliyordu....

-Burası Ahmet Bey'in evi mi?'

- Evet buyrun ben eşiyim....

-Hanımefendi ben eşinizin cepheden arkadaşıyım....Size bir haber getirdim Ahmet'ten....

O an sanki bütün dünyası başına yıkılmıştı genç kadının.... Adam elindeki zarfı uzattı...Kocası son saldırıda ağır yaralanmış ve artık daha fazla yaşama gücünün kalmadığını anlayınca ona son bir mektup yazabilmiş ve bunu da ulaştırması için arkadaşına vermişti....

Gözyaşları içinde elindeki zarfı açtı kadın....

***********************************************

'' Sevgilim;

Şu anda bu mektubu okuyorsan bil ki ben sana verdiğim sözü tutamadım ve evimize geri dönemedim....Emin ol ki böyle olmasını asla istemezdim....Hayatımda en çok değer verdiğim iki varlığımı bir başlarına bırakıp gitmeye gönlüm hiç razı gelmese de artık yolun sonuna geldiğimi hissediyorum....

Sensiz geçen bu 4 yıl benim sürgünümdü....Bir gün biteceğini umduğum;sabrettiğim kavuşma umudu ile bekleyip durduğum bir sürgün...Her gece yattığımda senin uzun saçlarını güzel gülüşünü;yanaklarımı okşayan pamuk gibi bembeyaz yumuşacık ellerini düşündüm....Bunlarla avuttum kendimi....

Ama başaramadım.....Artık son gücümü de tükettiğimi hissediyorum....
Senden son bir isteğim var...Sen çok güçlü bir kadınsın....Yine öyle olmanı dayanmanı ve oğlumuzu büyütmeni istiyorum...TEk başına çok zorlanacaksın zaman zaman bunun farkındayım ama ne olur pes etme ve diren bu hayata....

Sizi herşeyden çok seviyorum....Zamanı geldiğinde görüşmek üzere...

Kocan....
*****************************************
Bu haberi aldıktan 3 gün sonra oğlunu da alıp hiç kimselere haber vermeden bir gemi yolculuğuna çıkmıştı....Biraz uzaklaşmak ve onsuz hayatı nasıl devam ettireceğine karar vermek zorundaydı....Ama o kadar güçsüzdü ki....
Güneş yavaş yavaş doğmaya başlamıştı....Gözü denizin dalgalarına takıldı...Şimdi kendimi şuradan bıraksam.....Dibe insem;insem.... Sonra bir vurgun yesem ve tatlı bir sarhoşluktan ölümün kollarına geçsem ve sana kavuşsam.....
Usulca kenar korkuluklarına yaklaştı güvertenin.....Ayağını şöyle bir uzattı ve arkasından duyduğu sesle toparlanması bir oldu....
''Annecim;napıyoşun oyda??''
Küçük oğlu gözlerini ovuştura ovuştura annesine bakıyordu şaşkın gözlerle...Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu....Gidip hemen küçük yavrusuna sarıldı kokusunu derin derin içine çekti....
''Hiç bişey yapmıyorum kuzum..Uykum kaçtı biraz hava alıyorum''....
Oğluna baktı;onun gözlerine....Aynı babası gibiydi bu gözler...Tıpkı....Sonra ona yine usulca sarılıp mırıldandı içinden ;'' Sırf senin için oğlum bu hayat denen sürgüne katlanacağım;sırf senin büyüdüğünü ve baban gibi bir adam olduğunu görebilmek için...''
Sonra oğlunu kucağına aldı ve birlikte kamaralarına doğru ilerlediler... Bu esnada güneş çoktan doğmuş ve güzel yüzü ile yeni bir günü aydınlatmaya ve beraberinde yeni umutları da getirmeye başlamıştı bile...

10 Mart 2008 Pazartesi

Bir Zarife Gördüm Ama Zilsiz'inden....:)

Öncelikle saat 13:00 de Taksim'de buluştuk Zilsiz Zarifem'le....Bir hayli zamandır görüşmeyi planlayıp planlayıp denk getiremiyorduk ve bu hafta çok önce plan yapmadan buluşmayı ayarladık ve sonunda başardık...Buluştuğumuzda ikimiz de çok heyecanlaydık... Buluştuktan sonra öncelikle birazcık dolaştık ve Diloşumla kuzimin düğünü için bana elbise baktık;sonra o bana aynı elbiseleri daha uygun fiyata Beşiktaş çarşısında bulacağımızı söyleyince bir yere gidip oturmaya karar verdik....

Aslında ben çok merak ettiğim için Mihrimah Sultan'a gidecektik ama hava o kadar güzeldi ki BAŞKA bir yöne yönelerek açık havada oturabileceğimiz bir yeri tercih ettik ve yukarıda resmini görmüş olduğunuz Limonlu Bahçe'ye gittik...İyiki de gittik çünkü küçük bir bahça içinde limon ağaçlarının arasında çok hoş bir mekandı...

Limonatalarımızı içerken bir hayli koyu bir sohbete daldık...Konudan konuya atladık :) BEn kendimi böyle sanırdım ama bir tek ben değilmişim meğerse :) Blog aleminden iyi anlaştığım kişiler arasındaydı ama bu kadar kafa dengi olduğumuzu,çok çok güzel vakit geçireceğimizi ve bu kadar güzel bir arkadaşlık kuracağımızı hiç tahmin etmemiştim..SAnki biz önceden de tanışıyorduk da sadece bir haftadır görüşmemiz gibiydi...
BEni beklerken Zarifem'in eline bir kart tutuşturmuşlar ve biz de bunun üzerine orayı bulup fal baktırmaya karar verdik...Arayışlar sonunda bulup önüne geldikten sonra hoşumuza gitmedi ve oradan uzaklaştık :) Napsak derken Yeşilçam Cafe^ye gidip kahvelerimizi söyledik... Kahvelerimizi içip kapattıktan sonra yanımıza orada fal bakan bir bayan geldi...İnanılmaz bir enerjisi vardı ve bizim fallarımıza baktı...Enerjisi öyle yoğun öyle pozitifti ki yanımızdan gittiğinde ikimizde bir hoş olmuştuk ve mutlu olmuştuk...
Daha sonra Beşiktaş'a indik ve Beyoğlu'nda beğendiğim elbisenin aynısını dörtte biri fiyatına bulduk... Şans işte....O işi de hallettikten sonra karnımızın çok acıktığını hissedip bir yere girdik ve kumpir yedik... Sonra oradan çıkıp Starbucks'a gittik ve kahvelerimizi aldık.... Saate baktığımızda 6 saattir birlikte olduğumuzu görüp zamanın nasıl geçtiğine şaştık kaldık...
Kahvelerimizi yudumlarken Kemo'yu bekledik...Sonra o gelince beni aldı ve vedalaştık arkadaşımla...
Bir de kendisi çok düşünceli bir insan gerçekten...Bana yeni iş hediyesi olarak çok tatlı bir kalemik almış;yanındaki küçük ayıcık da üstüne bastırınca şarkı söylüyor :) REsmini çekmiştim ama beceremedim;artık Kemo gelince atarsa bilgisayara inşallah....
İşte böyle çok güzel bir Cumartesi geçirdim;çok mutlu oldum ve çok eğlendim...Ayrıca da çok iyi bir arkadaş edindim...Eminim bundan sonra sık sık görüşeceğiz :)

7 Mart 2008 Cuma

Merak edenler için son günlerde ben ve bir sobe...

Herkese merhabalar... Sesimin soluğumun çıkmadığını söyleyenler için kendimden haberdar edeyim dedim...

Çoğunuzun bildiği üzere bu hafta yeni işime başladım.:) Çok keyifli bir başlangıç oldu. Öncelikle benim için göz koyduğum konumdaki masayı verdiler bu çok iyi oldu.Tam köşede ve cam kenarında dışarı baktığında caddreyi görüyor ki zaten ofis cadde üzerinde...Gün ışığı direkt giriyor çalıştığım ofiseve çok mutluyum bu sebeple...

Günler çok çabuk geçiyor;nasıl akşam oluyor anlamıyorum...Yapmaya başladığım şeylerden de son derece keyif alıyorum :) Öğrenmek hele de istediğin alanda birşeyler öğrenmek çok çok güzel...Bir de farkettim ki insan istediği şeyleri daha duru bir zihinle öğrenebiliyor..Yani aklını gerçekten yaptığın işe veriyorsun ve çalışırken çok keyifli vakit geçiriyorsun...Mutluyum yahu... :)

Bu hafta devam etmekte olan bir proje için arkadaşlara yardım ettim..Hatta verdiler çizim bile yapmaya başladım.Yaptıkça fakültedeyken yaptığım projeleri hatırladım...Yani bilgiler saklandıkları yerlerden geri çıkıyorlar ve ben çok heyecanlanıyorum tüm bunları yaparken...

Önümüzdeki hafta yeni bir projeye başlayacakmışız...BEn sıfırdan öğrenmeye başlıycam en başından A'dan Z'ye...Bunu yaparken de bütün dikkatimi toplamam gerek.Hatta belki de akşamları da evde çalışmam lazım gelebilir...O yüzden haftaiçi yazı yazamayabilirim;haftasonu yazarım....

Bunun yanında işyerinde msn açmıyorum.Hatta bundan sonra da açmamayı düşünüyorum... Çünkü böyle çok güzel çalışıyorum ve öyle de devam etsin istiyorum.Bana ulaşmak isteyen arkadaşlarım bana mail atabilir yada telefonumu bilenler oradan ulaşabilir :) Bir de msn den çevrimdışı yazın siz ben size cvp veririm akşam açtığımda...

Blogları akşamları takip etmeye özen gösteriyorum....

Trenden işe gidip gelirken biraz yürüme mesafem var ve sanırım bu yürüyşler bana iyi gelmeye başladı ki tartıda değişikler bile olmaya başladı süper valla :) Haftabaşından bu yana 1,2kg gitmiş bile ne güzel değil mi :) Ama ben biliyordum neden kiloların yapıştığını bana hep oturmaktan ve sıfır hareket yüzündendi...

Bir de Didocum beni sobelemiş yaptığım en lüzumsuz alışveriş konusunda.Onu da yazıp işime geri döneyim...
BEn eşime sordum geçen akşam sence yaptığım en lüzumsuz alışveriş nedir diye...Önce yaptığın lüzumsuz alışveriş yok dedi...Sonra ben yok mutlaka var dedim ve onun aklına geldi...

Geçen sene eczaneden yemeklerden önce bol suyla alındığında midede şişen ve tok tuttuğu söylenen bitkisel bi zımbırtı almıştım. Sonra o zımbırtı bana mide sancısı çektirmekten başka bişeye yaramamıştı...Evde mutfakta bir dolabın içinde öylece duruyo ve Kobacan onu her gördüğünde benimle kafa buluyor :) İşte böyleee ...

Kendinize iyi bakın;görüşmek üzere ve de iyi haftasonları....

3 Mart 2008 Pazartesi

Duvarın Ardı....

Onun duvarları vardı...
Görünmezdi....
Geçilmezdi....

Bir gün bir kız çıkageldi...Uzak diyarlardan...
Duvarın önünde durdu bekledi...BEkledi...BEkledi...
Dokundu sıcacık elleriyle buz gibi dokusuna...
Duvar ürperdi....

Sonra sen ona dedin ki; giremezsin içeri ben istemezsem eğer...
Git buradan....
Kırıldı tazecik yüreği bir ilkbahar dalı misali...Çıt...
Sonra ela gözlerinden iki damla yaş süzüldü sessiz sessiz ve duvarın üzerinde yükseldiği toprak parçasına damladı...Pıt..Pıt...

Arkasını döndü,yürümeye başladı usulcana....
Birkaç adım sonra bir ses işitti ardından....
Duvar;gözyaşlarının damladığı noktadan itibaren yeşermeye başlamıştı... O sert taş görüntüsü yavaş yavaş yumuşuyordu ve toprağa dönüşüyordu...Sonra çıtırdamaya başladı.....
Yeşermekte olan toprak yavaş yavaş aşağı süzüldü ve duvar yıkıldı....

Yıkılmış duvarın ardına baktığında karşılaştığının hayatının sonuna kadar görmek isteyeceği gözler olduğunu henüz bilmiyordu....

27 Şubat 2008 Çarşamba

Evden Bildiriyorum...

2 gündür evdeyim...Daha doğrusu dışarıdaki işlere koştursam da ev civarında seyrediyorum.. Pek hoşuma gitmedi doğrusu..Sittin sene uğraşsam ev hanımı olamayacağıma karar verdim.. Bende o potansiyel yok yani...

Bu arada bilmem farkettiniz mi ? Şifreyi kaldırdım..KEndi sayfama bile şifre ile girmek olayı beni baydı,bu sebeple de açtım blogumu..Tabi yarın öbür gün canım sıkılıp tekrar kapar mıyım onu bilemem ama kayıtlı adresler bende baki kalıyomuş,yani şifreyi açınca ordaki davetiye listesi gitmiyormuş ona da pek sevindim :)

Yarın mezun olduğum üniversiyete gidip diplomamı alacağım.Neredeyse 3 sene olacak hala okulu bekliyor diplomam..Bir kavuşalım kendisiyle artık değil mi ama :)

Şimdilik benden bu kadar; bekar evi gibi kullandığım evimi bir düzene sokmam lazım..Sonra da işlerimi halletmek için dışarı çıkacağım..Zaten bu havada evde oturmak delilik olurdu çünkü muhteşem bir bahar havası var..Dışarısı 16 derece :) Şu anda işyerlerinde çalışmakta olan arkadaşlarıma nispet yaparmış gibi olmak istemezdim ama kusura bakmayın artık :)
En kısa zamanda görüşürüz.

22 Şubat 2008 Cuma

İlk Cemre,Çilek Kokusu ve Bahar...

Hooopp Biiirrr.... İlki havaya....

Hooopp İkiii... İkinci Suya.....

Hooopp Üüçç... Bu da toprağa...



İşte oldu... Artık hazırım çilek yemeye... :)



Neden bilmiyorum ama hani derler ya ilk cemre düştü diye... Her yıl bunu duyduğumda sanki gökten görünmeyen bir damlacık şıpp diye yeryüzüne düşmüş ve o gün içinde bir sihir meydana gelmiş gibi hissederim ben...



Bu ilk cemrenin düşüşüyle birlikte ne alakası varsa benim aklıma da çilek düşüverir...ASlında aklıma değil de burnuma düşer...:) Durup durup çilek kokar bana; daha zamanı var deyip hayıflanırım... En sevdiğim meyveyi mi beklerim onca zaman özlemle yoksa Çilek bana baharın gelişini anımsattığından ben aslında baharı mı özlerim bilemem...



Bildiğim; içim kıpır kıpır şu sıralar... Çünkü ben baharda doğmuşum... O yüzden belki her baharda kıpır kıpır olur benim içim..:)

Kışın depresif halinden kurtulduğum;kendimi çocuklar kadar şen hissettiğim...İlkbaharda çocuk olup sonbaharda büyüyüveririm...

Tıpkı karların kalkması ve güneşin tatlı yüzünü göstermeye başlaması ile çiçekler açan ve doğaya merhaba diyen;sonbaharın gelişi ile de olgunlaştırdığı çiçeklerini birbir döküp yapraklarını sarartan sonra da serinleyen hava ile çıkan iç sızlatan rüzgarlara yapraklarını hediye eden ağaçlar misali....

Bu seferki oyunda öyle güzel bir üçleme yapmış ki Fikrimin İnce Gülü benim için... Gerçekten bu çok sevdiğim 3 kelime birbirine o kadar da bağlantılı ki benim için...

ASlında söyleyecek çok fazla birşey de yok; ilk cemre düştü... Ben her fırsatta çilek kokuyor diyorum...Son cemre düştükten ve bahar gelmeye hazır olduktan kısa bir müddet sonra da şimdi özlemle kokusunu duyduğum o çilekleri doya doya yemeyi bekliyorum... :)

21 Şubat 2008 Perşembe

Şarap ve Piyanodaki Dokunuşlar...

6 yıl önce serin bir Ekim akşamüstü...Kırmızı şarap,gece ve o....İkisinin bu kadar yakışacağını pek tahmin edemezdim...Zaten o zamana kadar ben kırmızı şarap da içemezdim...

Şarabın bile tadını değiştirir o benim için...Her karşılaştığımda içimi okşar...Zihnimi herşeyden arınıp havada süzülür...Müzik ruhumu ele geçirir....Dinginlik...
Aynı anda coşarım, ağlarım içime doğru,hüzünlenirim sevinirim,dalar giderim ve neşeyle gülümserim...Hepsini aynı anda yaşatır bana....

Onun parmağıyla dokunduğu her notada benim içim dolar taşar....

Büyürüm kocaman bir kadın olurum... Küçülürüm savunmasız bir kız çocuğuna dönüşüveririm.... Ruhumun dolambaçlı yollarında rüzgarlara kapılıp aylak aylak savrulan bir sonbahar yaprağı oluveririm...

Susarım..Kendi suskunluğumda aslında asla dışa vuramayacağımı düşündüğüm uzun cümleleri kurarım.. Roller biçerim kendime, kılıktan kılığa girerim ve değişirim...O gün üstüme hangisi çok yakışıyorsa onu giyerim bir süreliğine o oluveririm... Başkası olmak.... Acaba nasıl olurdu... Aslında bu değil de...Gerçekten ben olmak nasıl olurdu....

Yasaksız,kuralsız,sınırsız...İçimde biriktirdiğim onca şeyi dışa vursam..Sadece içimden geldiği gibi davranabilsem bir süreliğine...Kimliksiz...Serbestçe ortalarda dolanan, kendisine bir hayat karakteri biçilmemiş yakıştırılmamış hafif bir ruh gibi...


Bazen öyle dalardım ki sesler havada dolanırken... SAnki o hikayenin kahramanları gelir odanın içinde bir görünüp bir kaybolurdu...Her şarkısına bir hikaye yazardım..Mutlaka kendi hikayeleri olan bu ezgilere bir de kendiminkini eklerdim... Sonra o şarkıyı hep kendi hikayemle anımsardım.. Hepsinin bir özel yeri olurdu böylece benim içimde...


20 yaşındaydım hayatıma girdiğinde...Aniden,hiç beklemeden gelivermişti...Odamı yalnızlığımla paylaşırken bir anda üçüncü bir kişi oluvermişti aramızda o...Fahir ATAKOĞLU ve notaları....

Seviyorum böyle zamanları... Yıllardır vazgeçtiğim,unuttuğum yada bir köşeye atmış olduğum bir takım şeyler bir gün ansızın karşıma çıkıveriyor... İlkin bir heyecanlanıyorum; yıllardır görmediğim ve özlemini çektiğim eski bir dostla karşılaşmış gibi oluyorum önce...Ellerim titriyor heyecandan,içim kıpır kıpır oluyor.... Sonra içten bir merhaba diyorum sessizce...

Bugün de öyle oldu işte... Sayfaların arasında dolanırken birden çıkıverdi karşıma..

''Ah dedim eski dost, seni tozlu raflara bırakalı ne çok zaman olmuş...Gel bir tozunu alalım senin, sen de gün ışığına çık kaanlıklardan kurtulmuş ruhum gibi...

Hatta bu gece;yıllar sonra yeniden buluşmamızın şerefine seninle uzun bir sohbete başlayalım ama dilimiz LAL.... Elimde bir kadeh kırmızı şarap...''

Düş Diyarı Ekspresi Kalkarken...

Kucağımda bilgisayar yatağımın içinde oturmuş düşünüyorum yarım saattir...
Yanımdaki koca bebek çok yorgun sabahın ilk ışıkları ile kalkmaktan,uyuyor mışıl mışıl...Az önce uykusunun arasında bana birşeyler söylediğini sandım ama sanırım sayıkladı...

İçim öylesine dolu ki...Sayfalarca yazabilirim gerekirse...Aslında uyumam gerekiyor ama gram uyku yok gözlerimde...
Bir hüzün var üzerimde...Ama acıtmayan cinsinden...Tatlı tatlı saçlarımı okşayan,beni ılık ılık sarmalayan bir hüzün bu...Uzun zamandır uzak kaldığım bir yanım çıktı geldi sanki sislerin ardından...Defterinden ve kaleminden asla vazgeçmeyen o yanım...
Yüreğime işleyen o ezgiyi milyolarca kez ard arda dinleyerek hayal kurabilir,gözlerimi kapatıp uzak düş diyarlarına seyahat edebilirim şu anda....

Gözü kara denizcilerin gemilerine kaçak binip okyanuslara açılabilirim....

Karanlık mağaralarda yerleri göremeden çıplak ayaklarımla yolu bulmaya çalışırken birden bastığım şeyin hafifçe akmakta olan bir suyun içindeki çakıl taşları olduğunu görüp sevinebilirim...

''Bak gördün mü,nehir çok yakın,hem oradan ışık da süzülüyor bulduk işte çıkış yolunu nihayet....''

Sahi...Böyle bir rüya görmüştüm ben bir keresinde,hala da silemem içimden,aklımdan.... Karanlık bir mağaranın içinde çıplak ayaklarla yürümeye çalışırken önce parmak ucumun sonra da bileğime kadar ayaklarımın değdiği o içinde çakıl taşları ışıldayan berrak su... O zaman mağarada yanımda olup elimden beni dışarı çıkarmaya çalışan kişinin kim olduğunu görememiştim... Artık biliyorum onun kim olduğunu...

Gözlerim kapanmaya başladı hafiften...Şimdi kelimeleri,satırları bir kenara koyup; düşler diyarının geçiş kapısı olan yorganıma sarılıp o en sevdiğim yere yolculuk vaktim geldi çattı... Kapanmakta olan göz kapaklarımın hızına yetişemezsem eğer;kesilmiş olan biletim yanabilir ve ben yarın geceye dek yeni bir bilet de isteyemem gitmek için...

Şimdi biraz acele etmek zorundayım;hayal meyal gördüğüm minik sincaplar sabırsızlanmaya başladı;beni bırakıp gitmelerini istemem çünkü bu gece anlaşılan onlar rehberlik edecek bana...

Herkese Düşler Diyarında Güzel bir gezi dilerim bu gece...Mutlu kalın...